Sokrates öldükten sonra Platon ve Aristoteles gibi iki dev filozofun yüzyılı başlar. Platon, Sokrates’in öğrencisidir ve eserleriyle onun adını ölümsüzleştirmiştir. İdealizmiyle de tam bir Sokratesçidir. Benzer şekilde Aristoteles Sokrates’in kavram felsefesini devam ettirecek ve daha da önemlisi Sokratesçi erekbilimciliği geliştirerek bir diğer büyük Sokratesçi olacaktır.

Ancak Sokrates’in yakın çevresinden doğan bazı diğer okullar da vardır. Bunların başlıcaları Megara Okulu, Kinik Okul ve Kirene Okuludur. Bunlar küçük okullar olsa da Aristoteles sonrası Helenistik ve Roma felsefesinin iki büyük ekolü olan Stoacılık ve Epikürosçuluk üzerinde büyük etkileri olmuştur. İşte bu bölümde küçük Sokratesçi okullardan bahsedeceğiz.

Megara Okulu

Sokrates’in yakın arkadaşı olan Megara’lı Euklides (uzay geometrinin kurucusu Euklides ile karıştırılmamalıdır.) Megara Okulu’nu kurar. Sokrates’in duruşmasından sonra bazı öğrencilerinin de başlarına benzer şeyler gelmesi endişeyle Atina’yı terk ettiğinde, onları Megara’da Euklides misafir etmiştir. Sokrates’ten yaş olarak çok da genç olmasa da uzun bir süre daha yaşamını devam ettirecek ve Megara Okulu MÖ 4. yy sonlarına kadar faaliyetlerini sürdürecektir. (Stoa Okulu’nun kurucusu Kıbrıs’lı Zenon da Megara Okulu’nun önemli mensuplarından biri olan Stilpan’ın öğrencisidir.)

Euklides’in öğretisinin iki temel unsuru vardır. İlki Elealılardan öğrendiği Parmenides’in «Varlık» veya «Var Olan» kavramıdır. Diğeri ise Sokrates’ten aldığı «İyilik» veya «İyi Olan» kavramıdır.

Sokrates’in İyi’si, bütün tikellerde olan, değişmeyen bir öz olması bakımında Parmenides’in Varlık’ına benzemektedir. İşte Euklides bu iki kavramı özdeş kılmakla kalmayıp, farklı gibi görünen erdemlerin de aslında tek bir erdem olduğu sonucuna varmıştır. Euklides nihayet Parmenides gibi, her türlü çokluğu, oluş ve yok oluşu, hareketi inkar etmiştir.

Euklides’in bu felsefe anlayışı maalesef ahlaki olarak yeni açılımlara kapalıdır. Yeni bir şey söylemek imkansız hale gelmektedir. Zaten de Megara Okulu’ndan ahlak konusunda dişe dokunur bir görüş çıkmayacaktır.

Aristoteles de Megara Okulu’nu kuvveyi fiile indirgemekle eleştirir. Aristoteles’in meşhur kuvve ve fiil ayrımını ve Megaralılardaki probleme kısaca değinelim.

Kuvve henüz gerçekleşmemiş bir potansiyeldir. Gelecekte olacak bir olay veya durum şu anda bir kuvve olarak o şeyin içinde bulunabilir. Hava durumu iyi bir örnek olabilir. Yarın havanın açık olma ya da yağmur yağma ihtimali de vardır. Öyleyse bu iki durum da havanın içinde kuvve olarak bulunmaktadır.

Anladığımıza göre Megaralılar oluşun ve hareketi inkar ederek, kuvveyi de inkar etmiş olmaktadırlar. Megaralıların burada çelişmezlik ilkesine başvurduklarını söyleyebiliriz. Aristoteles’in terimleri ile ifade edersek bu ilke, bir özneye hem bir şeyin veya yüklemin, hem de onun zıddı olan bir başka şeyin veya yüklemin yüklenmesinin mümkün olmadığını ifade eder. Ancak Megaralılar bunu sadece geçmiş ve şimdiki olaylar için değil, gelecek için de uygulamaktadırlar. Ancak iki gelecekten bir tanesi mümkündür. Böylelikle ihtimaller biri çelişik olduğundan dışarıda kalmalıdır.

Tekrar hava durumu örneğine geri dönelim. Yarın hava ya açık olacaktır ya da kapalı. Eğer havı açık olacaksa onun zıddı olan kapalı olması imkansızdır. Doğru olan ezeli-ebedi olarak doğrudur, yanlış olan da ezeli-ebedi olarak yanlıştır. O halde her şey ya zorunlu veya imkansızdır. Biz bugün yarın havanın nasıl olacağını bilmememiz, elimizde yeterli bilgi olmamasındandır. Bize iki durum da mümkün gibi gözükse de aslında eşyada böyle bir ihtimal yoktur. Bu ihtimal sadece zihnimizde bir yanılsamadır. Eşyada havanın nasıl olacağı zorunlu olarak belirlidir. Böyle bir zorunluluk varsa eşyada imkan yani kuvve diye bir şey yoktur. Havanın açık olması ile havanın kapalı olması arasında bir geçişkenlik söz konusu değildir.

Aristotelesçi kavramlarla ifade edersek, Megaralıar kuvve ile fiili bir aynı şey oalrak görürler. Aristoteles de gerçekten oluşu ve hareketi mümkün kılmak için kuvve ile fiili ayırmak zorunda kalacaktır. Aristoteles buradan yola çıkarak da Megaralıların tersine geleceğin daha belirlenmemiş olduğunu ileri sürer.

Megara Okulu’na mensup diğer bir filozof olan Diodoros Kronos’un kuvve ile ilgili aşağıdaki argümanı ilginçtir. Mümkün olan, imkansız olamaz. İkisi çelişkili durumlardır. Birisi gerçekleştiği anda diğeri imkansızdır. İmkansız olan daha önce mümkün olmuş olsaydı, imkansızlığa mümkünlükten dönüşmüş olması gerekirdi. Öyleyse o daha önce de mümkün değildi. Sadece gerçekleşmiş olan mümkündü. Bunu “Dünya mevcuttur” ve “Dünya mevcut değildir” önermeleri ile beraber açıklamaya çalışalım.

Dünyanın mevcut olduğunu görüyoruz. Öyleyse dünyanın mevcut olmaması imkansızdır. Geçmişte bir zamanlar eğer dünyanın mevcut olmaması mümkün idiyse de, bu imkanın imkansızlığa dönüşmüş olması gerkirdi. Bu olamaz. Öyleyse dünyanın mevcut olmaması hiçbir zaman mümkün değildi.

Diodoros Kronos, Elea’lı Zenon’un hareketin saçmalığı, dolayısıyla imkansızlığını kanıtlamaya yönelik güçlüklerine katkıda bulunmuştur. Bunlardan en bilineni buğday tanesi apories’sidir. Bir buğday tanesi yığın değildir. İki buğday tanesi, beş veya yirmi buğday tanesi de yığın değildir. Peki ne zaman bu buğday taneleri yığın olarak kabul edilebilir. İşte çokluğun kabulu bizi böyle saçma durumlara götürür.

Ayrıca Megaralılar kelime oyunlarına ve aldatmalara dayanan kanıtlamalar da ortaya atmışlardır. Bunlardan bir tanesi «Kaybetmediğimiz şeye sahibiz. Boynuzlarımızı kaybetmedik O halde boynuzlarımız vardır.» akıl yürütmesidir.

Yukarda işaret ettiğimiz gibi Euklides’in ölümünden sonra onun yerine geçen parlak öğrencisi Stilpon Megara Okulu’nu gitgide daha fazla Kinik Okulu’na yaklaştırır. Bunun sonucunda Stilpon bilgeliğin, metafizik spekülasyonlarda bulunmadığı, bireyi dış faktörlere bağlı olmaktan kurtaracak basit hayatta yattığı görüşünü savunur. Bunu güzel bir şekilde ifade eden bir hikaye şudur: Megara yağmalandığında Stilpon’a ne kadar çok şeyini kaybettiği sorulur. Cevabı hiçbirşeyini kaybetmediğidir. Çünkü o zaten bilgiden başka hiçbir şeye sahip olmamıştır. Bilgisini ise kimse elinden almamıştır. Stoa okulunun kurucusu olan Kıbrıslı Zenon’un Stilpan’un öğrencisi olması tarihin garip bir cilvesidir. Çünkü böylece Megara Okulu manevi olarak bir Zenon’la (Eiea’lı Zenon) başlayıp bir başka Zenon’la (Kıbrıs’lı Zenon) sona ermiş olmaktadır.

Kinik Okul

Kinik ve Kirene Okulları, Sokrates’in aslolanın eylem olması, bilginin değerini veren şeyin eyleme kılavuzluk etmesi görüşünden çok etkilenmişlerdir. Bu iki okul da kurumsal bilgiyi ciddiye almaz ve felsefeyi bir yaşam biçimi olarak görürler.

Kinik okulun kurucusu da yine Sokrates’in bir öğrencisi olmuş olan Antisthenes’tir. Anak okul esas ününü Sinop’lu Diogenes’e borçludur.

Okulun adı olan Kinik kelimesi, mensuplarının hayat tarzından gelmektedir. Özellikle Dipgenes bu görüşü tam manasıyla pratiğe de dökmüştür. Bu hayat tarzı, uygarlık ve kültüre düşman olan ve adeta hayvanların doğal hayat tarzının taklit edilmesiyle gerçekleştirilmeye çalışılan «köpeksi» bir hayat tarzıdır.

Antisthenes’in çok sayıda yazı kaleme aldığı düşünülmektedir ama sadece birkaç fragman günümüze kalmıştır. Bu yazılardan ahlak ve mantıkla ilgili bazı görüşlerine rastlanabilir. Aristoteles Antisthenes’ten sadece birkaç kere sözeder ama bunlar da olumlu değildir. Bu bilgilerden Aristhenes’in Yunan d,myasının ilk bilinçli adcısı (nominalist) olduğu anlaşılmaktadır.

Daha önce Sofistlerin ve de özellikle Protagoras’ın, bilginin konusu ve niteliği hakkındaki görüşleri dolayı adcı olarak adlandırmıştık. Protagoras bir duyumcuydu ve var olan şeylerin duyusal bireysel varlıklar olduğunu ve onlar hakkında ancak duyusal ve tikel algılara sahip olabileceğimizi ileri sürüyordu.

Fakat Antisthenes’in adcılığı çok aşikar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bir at görüyorum, ama atı görmüyorum.

Açıkca Antisthenes tümelierin varlığını reddetmektedir. Gerçekten var olan şeyler ancak tikellerdir. Atların ortak yanı Platon’un iddia ettiği gibi bir tümel (at olma ideası) değil sadece adlarıdır. Sonuç olarak Antisthenes varlıklar hakkında genelleme yapamayacağını söyler. Sadece karşılaştırmalar yapılabilir.

Aristoteles Metafizik’te Antisthenes’in görüşünü söyle ifade etmektedir:

Antisthenes’in taraftarları özü tanımlamanın mümkün olmadığını, çünkü böylece yapılan tanımın aslında boş bir söz olduğunu, bir şeyin sadece ne tür bir şey olduğunu söylemenin mümkün olduğunu ileri sürüyorlar. Böylece örneğin onlara göre gümüşün ne olduğunu değil, sadece kalaya benzer olduğunu söylemek mümkündür.

Antisthenes bir başka görüşü her varlığa ancak kendsinin yüklem olarak yüklenebileceği görüşüdür. Buna göre «A, A’dır»’dan başka özdeşlik önermesi kurulamaz. Eğer «A, B’dir» dersek A hakkında onun dışında başka bir şeyi yüklemiş oluruz.

Antisthenes’in lakabı «paradoksologos» yani paradokslu konuşan kişidir. İşin garip yanı ona göre hayatta çelişki / paradoks olamaz. Onu şu şekilde açıklar. i) Birbirine zıt şeyler söylenemez. Çelişki diye bir şey yoktur. Bir konu hakkında bir öznede ancak tek bir beyan doğrudur. İki kişi iki farklı şey söylüyorsa, başka şeylerden bahsettiklerindendir. ii) Yanlış diye br şey yoktur. Öznenin kendi tanımından başka bir şey beyan edilemeyeceği için yanlış diye de bir şey yoktur.

Görünüşe göre Antisthenes, Elea Okulu’ndan fazlasıyla etkilenip «Varlık vadır.» önermesini paylaşmaktadır. Elealıların varlığı da kendisinden başka hiçbir şeyi kabul etmez. Parmenides’e göre Varlık’ın var olduğundan başka bir şey söylemek mümkün değildir. Antisthenes’in buradaki yeniliği, Parmenides’in izlediği gibi metafizik ve ontolojik bir bakış açısını kullanmaktan ziyade, mantıkçı bakış açısını kullanmasıdır.

Aristoteles elbette Antisthenes’e karşı çıkacak ve özdeşlik önermeleri dışındaki önermelerin de mümkün olduğunu söylecektir. Burayı açıklamak için tekrar varlık-oluş ve kuvve-fiil meselelerine geri dönmemiz gerekecektir.

Aristotelesçi terminolojiyle ifade edersek, burada bütün mesele Parmenides’in varlığı, tek anlamlı (univoque) bir kavram olarak ele almasında yatmaktadır. Parmenides’in Varlık’ı, var olan bütün şeyler hakkında bir ve aynı anlamda ele alınması gereken bir kavramdır. Var olan bütün şeyler bir ve aynı anlamda var olmak zorundadırlar. Varlık bölünmez, parçalanmaz, ezeli-ebedi, hareketsiz, oluş ve yok oluşa tabi olmayan şeydir. Çokluk yoktur.

Aristoteles ise varlığı tek anlamlı değil, çok anlamlı bir kavram olarak tanımlayacaktır. Aristoteles’e göre her şey aynı anlamda var değildir; farklı anlamlarda, farklı derecelerde vardır. Tıpkı bütün kırmızıların kırmızılıkları aynı ölçüde değilse, varlık da aynı ölçüde olmayabilir. Ahmet, Mehmet ve kedi Boncuk vardır. İlave olarak insanlık ve kedilik de vardır. Yani tümeller de birinci derecede olmasa da ikinci derecede vardır. Mevi gözlülük, kahverengi gözlülük gibi ilinekler de vardır. Bunlar daha az vardırlar ama yine de vardırlar. Benzer şekilde kuvve ile fiil de vardır. Meşe tohumunda meşe ağacı olma özelliği vardır. Yani meşe tohumunda meşe ağacı olma kuvvesi / potansiyeli vardır.

Böylelikle Aristoteles, Parmenides’in varlığını parçalamış ve çoklaştırarak, oluşu kuvveden fiile gitmek olarak açıklamaktadır. Özdeşlik önermeleri dışında da önermeler oluşturabilir hale gelebilmektedir. Ali’nin Ali olması dışında, saç rengi, göz rengi gibi şeylerden de bahdesebilir hale gelmektedir.

Kinik Okulu’nun ahlak konusunda ise Sokrates’i takip ettiğini söyleyebiliriz. Kinikler Sokrates’in bilgi ve erdem ilişkini anlamışlardır. Onlar da tıpkı Sokrates gibi doğa ile ilgilenmemişlerdir. Bu bağlamda bilgi, bilginin kendisi için değildir. Sokrates doğru eylem için doğru bilgiyi şart koşar. Bu sebeptendir ki, bilgi ile erdemi aynı şey olarak görür. İşte burada Kinikler Sokrates’ten ayrılırlar. (bu ayrılık Sokrates ile farklı görüşte oldukları anlamına gelmesi şart değildir. Onların Sokrates yorumu, genel modern görüşlerle aynı olmadığından da olabilir.) Kinikler bilgiyi hiç de vazgeçilmez görmeyeceklerdir. İnsanın bilgiye sahip olmadan da erdemli olabileceğini bu erdemin özünün de de salt pratik olduğunu söyleyeceklerdir. Öyleyse Kiniklere göre erdem bilgi değil, uygulamadır.

İnsanın hayatının amacının mutluluk olduğu konusunda da Sokrates ile aynı noktadadırlar. Ancak gene ondan farklı olarak haz düşmanıdırlar. Sokrates’in insan hayatının uyumuna hizmet ettiği sürece hazza karşı olmadığını biliyoruz. Kinikler ise hazzın mücadele edilmesi gereken en büyük kötülük olarak görmektedirler. Antisthenes, insanı köle ettiği için hazdan çok korktuğunu söylemiştir. Bundan anlaşılacağı gibi Kinikler için en önemli şey arzulardan bağımsızlıktır, kendi kendine yetebilmektir.

Sinop’lu Diogenes ise aileyi, toplumu, devleti, dini, hiçbir değere sahip olmayan şeyler olarak görecektir. Diogenes radikal bir kültür ve uygarlık düşmanıdır. Medeniyetin tüm kurumlarını aptalca bulacak, bütün kültürel birikimi reddederek insanın doğal haline dönmesi gerektiğini düşünecektir. Bu doğal hal de insanın hayvan gibi – köpeksi, kinik – hayat sürmesidir.

Sinoplu Diyojen Heykeli

Diogenes gerçekten de hayvanların basit hayatını taklit etmiştir. Çıplak zeminde yatar, bulduğu her şeyi yer, tüm ihtiyaçlarını ortalık yerde görür. Sahip olduğu birkaç eşyadan biri olan sus testisini de bir çocuğun çeşmeden eliyle su içtiğini görünce kaldırıp atmıştır. Atina’da Kybele mabedinin avlusunda bir fıçı içinde yaşadığını, İskender’in Korint’e gelip de kendisiyle karşılaştığında verdiği cevabı biliyoruz. İskender kendisini Makedonya kralı olarak tanıtıp Diogenes’e kim olduğunu sorunca cevabı «Ben, köpek Diogenes’im» olmuştur. İskender kendisinden ne dilediğini sorunca cevabı «Gölge etme, başka ihsan istemem» olacaktır. İskender’in «Eğer İskender olmasaydım, Diogenes olmak isterdim» şeklindeki iltifatına ise herhangi bir olumlu karşılık vermeyecektir.

Kirene Okulu

Aristoppos (tahminen MÖ 435-356) da Sokrates’in bir başka bir öğrencisidir. Bugünkü Libya’da zengin bir Yunan kolonisi olan Kirene’de doğmuştur. Genç yaşta Sokrates ile tanışmak için Atina’ya gelmiş, onun ölümünden sonra da gezgin hayatı sürmüştür. Sicilya’da Sirakuza kralını ziyaret etmiş ve muhtemelen orada Platon ile de karşılaşmıştır. Nihayetinde Kirene’ye dönmüş ve orada okulunu kurmuştur.

Aristippos sadece ahlakla ilgilenmiştir. Doğru ve iyi hayatın ne olduğu konusuyla ilgilenmiş ve bu konuda Sokrates’ten yola çıksa da Kinikler ile taban tabana zıt bir sonuca varmıştır. Aristoppos, Herakleitos ve Sofistlerin etkisiyle her şeyin oluş ve hareket içinde olması görüşünü benimsemiştir. Onlara göre insan vücudu da aynı hareket içindedir. Yumuşak olan hareketler haz verici iken, sert olanlar acı verir. İşte insanın eylemlerinin amacı haz verici duygulara sahip olmak, acı verici duygulardan kaçmaktır. Yani mutluluk hazdır.

Ahlak alanında hazzın hayatın ereği olduğu görüşüne hazcılık ya da hedonizm denir. Aristoppos da karşımıza çıkan ilk hazcı filozoftur.

Sokrates de hazza karşı olmamakla beraber, onun için en yüksek iyi mutluluktur, erdemdir. Aristoppos da bunu iyi bildiğinden olsa gerek, kendi hazcılık anlayışının kalıcı bir durumu kastetmediğini vurgular. Onun hazzı bireysel, o ana ait ve araçsızdır. Hazzın içeriğinin de bir önemi yoktur. Haz ne olursa olsun hazdır ve değer olarak aralarında bir ayrım yotur. Hazlar arasında nicelik bakımında ayrım yapılabilir ancak. Derecesi yüksek olan haz doğal olarak tercih edilmesi gerekendir.

Bu hazlar doğrudan –yeme içme, eğlence, cinsellik gibi- bedensel hazlar mıdır? Yoksa ruhsal tatminler –müzik dinlemek, felsefe yapma gibi- de bu hazların tercih edilenidir. Anlaşılacağı üzere Aristippos birincisini kastetmektedir. Çünkü bunlar bireysel ve doğrudan hazlardır. Ruhsal hazlar ise öncelikle zamana yayılıdır. İçinde bulunulan anı aşarlar. Bu tarz hazlar her durumda bedensel hazlardan daha az şiddetlidir. Bunlar ancak bedenin zayıfladığı yaşlılıkta birer teselli olabilir.

Bu görüşten Aristoppos’un Sokrates ile birlikte aslında Protagoras’ı da takip ettiğini anlıyoruz. Protagoras her şeyin ölçüsünün insan olduğunu söylemişti. Yani bilginin ve doğrunun ölçüsü insanın duyumlarıydı. Aristoppos da ahlakta insanın bireysel duyguları esas almaktadır. Ancak onun bireyciliği Protagoras’ı da aşacaktır. Ortak iyi, toplumsal fayda, yasalar gibi herkesin iyiliğinin hedeflendiği değerleri tamamen reddeder bir hale gelmiştir. Tek doğru şey bireysel haz halini almıştır. Hazlar arasında, meşru ve meşru olmayan hazlar diye de bir ayrım yapmamasında dolayı insanın önüne başkalarına zarar verecek sınırsız imkanlar –hırsızlık, tecavüz gibi- çıkmaktadır. Tanrıtanımaz Theodoros hazların kayıtsız şartsız peşinden gidilebileceğini pervasızca iddia edebilmiştir. O toplum kurallarının, yasaların, dinsel inançların gerçek şeyler olmadıklarını, uzlaşımlardan ibaret olduklarını söylemekte, mümkün olduğu durumda onları çiğnemekten hiçbir şekilde korkulmaması gerektiğini ilan etmektedir.

İlk kez Sofistler tarafından ortaya atılan, bütün yıkıcı sonuçlarıyla işlenen doğa-yasa, doğal şeyler-yasal şeyler ayrımının, Kinikler gibi Kireneliler tarafından da benimsendiğini ve sonuç olarak doğal olanın iyi olduğu, yasal olanın ise iyi olmadığını şiddetle savunduklarını görüyoruz.

Diğer taraftan Kireneliler bilginin de yararlı olabileceğini söylerler zaman zaman. Bunun sebebi de bilginin insanı önyargılardan, dinsel inançlardan korumasıdır. Bilgi insanı haz getirecek nimetlerden akıllıca yararlanmasına yarar. Görüldüğü gibi bilgi aslında hazzın maksimizasyonu için kullanılabielcek bir şeydir.

Fakat bu kadar şiddetli bir hazcılık en sonunda kendini inkar etmeye kadar gidebilir. Gerçekten de Kireneli Hegesias hazcılıktan yola çıkarak son derece kötümser bir sonuca ulaşmıştır. O öğrencilerine basit bir akıl yürütme sonucu intiharı öğütlemiştir. Ona göre haz en yüksek iyidir, ancak insanların çoğunun yoksulluk, hastalık, hayatın çeşitli meşakkatleri yüzünden ona erişmesi ve mutlu olması imkansızdır. Ulaşılması imkansız olan bir hayat gayesi varsa, intihar etmek yani bu acılı hayatı sona vermek en doğrusudur.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here