Anaksagoras’ın MÖ 500 yılında doğduğu ve 428 yılı olan Platon’un doğduğu yıl ölmüş olduğu tahmin edilmektedir. Urla yakınlarındaki Klazomenai antik şehrinde doğduğu bildirilmektedir.Varlıklı bir aileden gelmesine rağmen, Platon’a göre bütün servetini bilimsel araştırmalar için tüketmiştir. MÖ 468 yılında, düşen büyük bir göktaşını inceleme imkanı yakalamıştır. Nihayetinde göktaşının kızgın bir kaya olduğunu görerek, Ay, Güneş gibi gökcisimlerinin dünya gibi bir yapıda olduğu sonucuna vardığı kabul edilmektedir.

Perikles ve Anaksagoras, Augustin-Louis Belle (1757–1841)
Anaksagoras’ın Urla’daki Yunus Emre’ye benzetilerek eleştirilen heykeli

Bu da onun gelecek otuz yılını geçireceği Atina’da dinsizlikle suçlanmasına sebebiyet verecek ana sebep oalrak görülmektedir. Parmenide ve Zenon da daha önce Atina’yı ziyaret etmiştir ancak buraya tam olarak yerleşen ilk filozof Anaksagoras olmuştur. Bunun da elbette ki sebebi Atina’nın siyasi, kültürel ve ekonomik olarak bir merkez haline gelmiş olmasıdır. Platon’un anlattığına göre Anaksagoras, Atina’da güzel karşılanmış ve meşhur Atinalı devlet adamı Perikles’e danışmanlık yapmıştır. Ayrıca önemli tragedya yazarı Euripides ile de dost olduğu rivayet edilir.

Perikles’in bu ilerici anlayışına karşın, Anaksagoras’ın görüşleri tutucu Atinalılar tarafından hoş karşılanmamıştır ve dinsizlikle suçlanıp mahkemeye çıkarılan ilk filozof olmuştur. Duruşmasıyla ilgili çok fazla bilgiye sahip olmasak da, göktaşı incelemesiyle başlayan kozmolojik çıkarımları, onun Yunan dinine saldırıda bulunması olarak kabul edilmiş olduğunu düşünmek makul durmaktadır. Bu suçlamalarla Atina hayatı sona erdiği ve Lapseki’ye taşındığı bildirilmektedir.

Anaksagoras’tan muhtemelen tek eserine ait 22 fragman günümüze kalmıştır. Parmenides ve Empedokles’ten farklı olarak eserini düzyazı olarak kaleme almıştır.

Ontolojisi

Anaksagoras da tıpkı Empedokles gibi, varlığı ve değişimi beraber kabul etmenin yolunu aramıştır. Parmenidesçi bakışla varlığın varlığa gelmediği ve ortadan kalkmadığı fikrini kabul etse de duyularımızla algıladığımız değişimi ve hareketi de reddetmez.

Yunanlılar doğuş ve yokoluştan sözederken doğru olmayan bir dil kullanmaktadırlar; çünkü hiçbir şey doğmaz ve yok olmaz. Sadece varolan şeylerin karışması ve ayrılması vardır. O halde onlar doğmayı karışma, yok olmayı ise ayrılma olarak adlandırsalar iyi yaparlar.

Sonsuz Sayıda Varlık Kökü

Anaksagoras’a göre nitelikleri belli olan bir nesnenin kökü ondan farklı bir şey olmamalıdır. Öyleyse doğada karşılaştığımız sınırsız sayıdaki nesnenin kökü de sınırsız sayıda aynı türden veya karışımdan olacaktır. Yani suyun en küçük paçası su, etin et, demirin demir gibi olmalıdır.

Aslında en küçük parça diye bir kavramdan da söz etmek mümkün değildir çünkü Anaksagoras diğer çoğulculardan farklı olarak şeylerin sonsuza kadar bölünebildiğini kabul eder. Nesneleri ne kadar bölersek bölelim, durduğumuz anda karşılaşacağımız şey, saf bir töz ya da arkhe yerine gene aynı türden olacaktır. Burada parçanın en küçük parçasının onun arkhesi olmadığı, sadece sonsuza kadar bölünebildiği ve sonuçta gene aynı türden madde ile karşılaşılacağını iyi anlamak gerekir.

Küçük olan şeyler içinde bir en son küçüklük derecesi yoktur; tersine daima bir daha küçük vardlr. çünkü varolanın bölme yoluyla varlıktan kesilmesi mümkün degildir. Aynı şekilde her zaman büyük olandan daha büyük bir şey vardır ve o nicelik (sayı) bakımından küçük olana eşittir. Kendi kendisiyle karşılaştırıldı gında her şey aynı zamanda hem küçük, hem büyüktür.

Sonsuz Sayıda Varlık Her Şeyin İçinde Vardır

Anaksagoras’ın diğer bir özgün bakış açısı da nesnelerin parçalarının muhteviyatı ile ilgilidir. Ona göre şeyler hem nicelik olarak sonsuzdurlar hem de sonsuz küçüklüğe kadar bölünebilirler. Daha da ilginci bu sonsuz şey, her nesnenin ya da o nesnenin ne kadar küçük olursa olsun parçasının içinde bulunur. Yani suyun içinde su, demir, altın ve diğer tüm maddeler belirli bir oranda bulunur. Suyu ne kadar küçük parçalara bölsek de bu durum değişmez. Öyleyse su aslında şeylerin belirli bir oranda karışımı demektir.

Burada bir çelişki varmış gibi gelebilir ilk bakışta. Suyun ana maddesi olan bir su kökü vardır ancak bu su köküne madde sonsuza kadar küçük parçalara bölünerek ulaşılamaz. O sonsuz küçük parça diğer tüm kökleri de sabit bir oranda içerir.

Saç olmayandan saç veya et olmayandan et nasıl meydana gelebilir?

Canlıları meydana getiren tohumlarda ya da beslendiği yiyeceklerde –örneğin ekmekte- onları meydana getirecek her şeyden bir miktar bulunmaktadır. Ekmeğin içinde saç, kemik, et vb. her şey bulunmalıdır. Ancak yine de neden her şeyin içinde her şeyden bulunması gerekmektedir? Yani ekmekte saç, kemik, et dışında demir, su, altın da bulunmaktadır. Bunu açıklamak için elimizde açık bir bilgi bulunmamaktadır ama Anaksagoras’ın kozmogonisi bize biraz fikir verebilir. O da tıpkı Empedokles ve Anaksimandros gibi evrenin başlangıcını mutlak bir kaos olarak görür. O kaos içinde tüm maddeler birbirinin içine girmiştir. Şimdiki dünyamızda ise nesnelere ayrı ayrı isimler verebilsek de bu kaos bir ölçekte hala devam etmektedir. Yani hala maddelerin kökleri birbirinden tam manasıyla ayrışamamıştır.

Özellikler, O Özelliği Taşıyan Şeyden Gelir

Anaksagoras, «Hiçten hiçbir şey meydana gelmez» ilkesini bir adım öteye taşımıştır. Empedokles’te dört unsurun farklı oranlarda karışması dünyadaki nesnlerin çeşitliliğinin kaynağıydı. Anaksagoras ise buna karşı çıkar. Ona göre her özelliğe karşı gelen bir varlık vardır. Öyleyse doğada ne kadar farklı özellik varsa o kadar farklı varlık vardır.

Şeylerin Birbirinden Ayrışması

Eğer her madde içinde her şeyin bulunduğu bir karışımsa, biz maddeleri nasıl birbirinden ayırabilmekteyiz? Anaksagoras’ın buna cevabı da net değildir hatta biraz tutarsız da bulunabilir.

Ona göre bir şeyin içinde en fazla hagi şey varsa onun adını aldığını biliyoruz. Öyleyse et içinde et şeyi ağır basmaktadır. Öyleyse ağır basan et nedir? Eğer et saf maddesi ise bu da Anaksagoras’ın ilk görüşü ile çelişecektir çünkü ona göre saf madde diye bir şey olamaz, herşey herşeyde bulunur. Bu durumda bir paradoks vari durum ortaya çıkar. Etin içinde kemik de vardır ve o kemiğin içinde de et olması gerekir ve bu şekilde sonsuza kadar gider.

Anaksagoras’ın bu tarz sorunlara açıklaması varsa da bilmemekteyiz. Bu sıkıntılar bazı felsefe tarihçilerini, Arisoteles’in düşündüğünün tersine, Anaksagoras’ın varolan şeylerden temel maddeleri değil temel nitelikleri kastettiği sonucuna götürmüştür. Yani bu varlıklar daha ziyade soğuk-sıcak, kuru-yaş gibi niteliklerdir.

Daha önce de birkaç kere söylediğimiz üzere, Yunan filozofları şeylerle, nitelikler arasında bir ayrım yapmamaktaydılar. Anaksagoras bir fragmanında: «dünyada bulunan şeylerin bir baltayla kesilmiş gibi birbirlerinden ayrılmadıkları» söyler ve buna örnek olarak soğuk ve sıcağın birbirinden ayrı olmamasını gösterir. Ayrıca Sextus Empiricus’un anlattığına göre Anaksagoras’ın «karın belli ölçüde siyah olduğu»’u şeklinde de bir sözü vardır.

Ancak yine de tüm bu denemeler zayıf kalmaktadır.

Sonsuz Büyük ve Sonsuz Küçük

Elealı Zenon, uzayın sürekli olduğu ve sonsuza kadar bölünebilir olduğu varsayımlarının ne kadar saçma sonuçlar çıkaracağını göstererek mümkün olmadığını ispat etmeye çalışmıştı. Tam tersine Anaksagoras, maddenin sonsuza kadar bölünebilirliğini temel bir ilke olarak alır ve kuramını üzerine oturtur.

Anaksagoras’ın fragmanlarından büyük ve küçüğün göreli olduğunu vurguladığını görebiliyoruz. «Büyük olan, nicelik bakımından küçük olana eşittir.» sözüyle Anaksagoras, küçük olanda büyük olanda olan her şeyin bulunduğunu söylediğini düşünmek makuldur.

«Büyük olan ve küçük olanın parçaları birbirlerine eşit olduğu için her şey her şeyde olacaktır. Onların ayrı başlarına olmaları mümkün değildir. Tersine her şeyin içinde bir başka şeyin bir parçası vardır. Bir en son küçüklük derecesinde olmaları mümkün olmadığı için onlar birbirlerinden ayrılamazlar ve kendi başlarına olamazlar. Başlangıçta nasıl idiyseler onların şimdi de aynı şekilde hep birlikte olmaları gerekir.»

Kozmogonisi

Başlangıç durumundan şimdiki duruma şeyler nasıl geçer? Burada Nous adını verdiği bir zihin ilkesi devreye girer.

Anaksagoras’a göre, evren bütün veya ilk karışım adı verilebilecek, her şeyin birbiriyle karışık olduğu bir durumdan meydana geldimiştir. Bu başlangıç Anaksimandros’un, Parmenides’in ve Empedokles’in evrenin başlangıcı anlayışına bazı farklılıklarla beraber benzemektedir. Peki bu bütünlük neden sona ermektedir?

Bu sorunun Anaksimandros’ta bir cevabı yoktur. Ona göre bildiğimiz kadarıyla birliğin bozulmasının bir nedeni olmadığı gibi bu birliği bozacak bir fail neden de yoktur. Empedokles ise Nefret unsurunun yardımı ile bu bütünlüğü bozmuştur ama onda da birliğin bozulmasının nedeni belirli değildi.

Nous

Anaksagoras’a göre ilk karışımdan evrenin meydana gelmesini sağlayacak hareket ettirici ilke Nous’tur. Nous, akıl veya zihin olarak adlandırabileceğimiz düzenleyici ilkedir. O, kaos durumunu bir düzene sokacaktır. Nous bunu yaparken sadece bir fail neden görevi üstlenmeyecek, aynı zamanda kozmosun kaosa göre bir ilerleme olduğunu bilerek bunu gerçekleştirecektir. Anaksagoras’ın şeyleri meydana getiren ilkeyi akılda bulması kendisinden önce gelenlere göre önemli bir ilerlemedir.

Saf Olan Tek Şey Nous’tur

(Nous) Varolan şeyler içinde onların en incesi ve en safıdır.

Nous karışmamış ve saf olan tek şeydir.

Bütün diğer şeyler belli ölçüde her şeyden pay aldıkları halde Nous, sonsuz ve bağunsızdır ve hiçbir şeyle karışmamıştır.

Anaksagoras Nous’un saflığını aşağıdaki fragmanı ile kanıtlamaya çalışır.

Eğer o kendisinde olmamış, başka herhangi bir şeyle karışmış olsaydı, onların herhangi biriyle karışmış olduğu için hepsiyle karışmış olurdu; çünkü daha önce söylendiği gibi her şeyde her şey vardır ve bu durumda onunla karışmış olan şeyler, ona engel olurlardı. Bunun sonucunda ise o şimdi olduğu gibi onlar üzerinde hiçbir güce sahip olmazdı.

Nous, saf olmakla beraber, diğer şeylerin bilgisine ve üzerinde güce de sahiptir.

O her şeyin bilgisine ve kudrete sahiptir.

Evren’in Oluşumunun Evreleri

Nous’un verdiği hareket bir çevrintidir. Böylelikle yoğun ve soğuk olan hava ile ince ve sıcak olan eter birbirinden ayrılmıştır.

Nous, şeyleri hareket ettirmeye başladığında harekete geçen her şeyde bir ayrılma ortaya çıkmış ve Nous’un kendilerini harekete geçirmesinden ötürü her şey ayrılmıştır.

Eter hafif olduğundan çevrede toplanırken, hava merkezde toplanmıştır.

Sıcak olan soğuk olandan, aydınlık olan karanlık olandan ve kuru olan yaş olandan ayrılmıştır.

Merkezin daha da yoğunlaşmasıyla toprak meydana gelmiştir.

Yoğun ve yaş olan, soğuk ve karanlık olan şimdi dünyanın bulunduğu yerde biraraya gelmişler; buna karşılık seyrek ve sıcak olan, kuru ve aydınlık olan eterin dış bölgesine doğru yönelmiştir” … .. Ayrılan bu şeylerden toprak katılaşmıştır; çünkü buluttan su, sudan top­rak ayrılmıştır. Topraktan ayrılan taşlar ise soğuğun etkisi sonucu katılaşmışlar ve sudan daha öteye atılmışlardır.

Yukarıda kastedilen oluşan kayaların çevrinti etkisiyle tekrar eterin olduğu dış tabakaya atılmasıdır. Ancak eter sıcak olduğundan, kor haline gelmişler ve yıldızları oluşturmuşlardır.

Ayrıca Ay’ın ışığının Güneş’ten geldiğini de ekler Anaksagoras.

Ay’ın üzerine aydınlık getiren Güneş’tir.

Aynı zamanda İyonyalıların sonsuz sayıda dünya olduğu görüşüne katılır.

Şeyler böyle olduklarından birçok ve her türden şeyin biraraya gelen şeylerde bulunduğunu . . . hayata sahip olan diğer hayvanlar gibi insanların da onlardan meydana geldiğini ve bu insanların bizim dünyamızcia olduğu gibi şehirlerde ve ekilmiş tarlalarda oturduklarını, yine bizim dünyamız gibi onların da bir Güneş’leri, Ay’ları ve geri kalan şeyleri olduğunu farzetmek zorundayız.

Anaksagoras’ın Herakleitos ve Empedokles’ten farkı zaman içinde birbirini takip eden sonsuz dünyayı değil de aynı anda var olan dünyaları kastetmiş olmasıdır. Yani çevrinti hareketi sonucu meydana gelen yoğunlaşmalar aynı anda farklı dünyalar meydana getirmiştir.

Gene kendisinden önce gelenler gibi boşluğun varlığını kabul etmez. Hareket sadece maddelerin yer değiştirmesidir.

Nous’un Mahiyeti

Anaksagoras’ın Nous’unun nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışalım. Platon’un Phaidon diyalogonda Sokrates şunları söyler:

Bir defasında birinin Anaksagoras’ın bir kitabını okuduğunu işittim. Söylendiğine göre bu kitapta dünyayı düzenleyen ve her şeyin nedeni olan şeyin Zihin olduğu ileri sürülmüştü. Bu nedenden bahsedildiğini duymaktan çok memnun oldum ve onun (Anaksagoras’ın) gerçekten haklı olduğunu düşünüyordum. Ancak daha ilerlediğimde ümitlerim tümüyle tepetaklak oldu ve bu adamın Zihin’i hiç kullanmadığını gördüm. O, şeylerin düzene kavuşmasında bu Zihin’e herhangi bir nedensel güç yüklememekte, tersine onları havayla, ateşle, suyla ve başka bir sürü şeyle açıklamaktaydı.

Görüldüğü gibi, Sokrates (ya da Platon) Anaksagoras’ın Nous’unu Zihin gibi bir şey almasıyla hem fikir olsa da, bunu doğru kullanmadığı için hayal kırıklığına uğramıştır. Platon’a göre Nous ereksel yani bir amaca yönelmiş olmalıdır.

Aristoteles de Platon’un hayal kırıklığına ortak olur. Ona göre Empedokles ve Anaksagoras hareket ettirici nedenin varlığını tespit etseler de bunun tam olarak ne olduğunun farkında olmadıklarını belirtir. Metazifik’teki ilgili pasaj aşağıdadır.

Çünkü onların hemen hemen hiçbir zaman ilkelerine başvurmadıkları veya onlara çok az durumda başvurdukları görülmektedir. Böylece Anaksagoras evreni meydana getirişinde Akıl’ı (Nous) ancak bir «deus ex machina» olarak kullanmaktadır. Herhangi bir şeyin neden ötürü zorunlu olduğunu söylemekte güçlükle karşılaştığında Akıl’a başvurmakta, bütün diğer durumlarda ise olayları Akıl’dan çok başka herhangi bir ilkeye mal etmektedir.

Gerçekten de Anaksagoras’ın Nous’u vadettiğini verememektedir. Nous’a saflık ithaf etmekle onu tekrar maddeleştirmektedir Anaksagoras. Madde olmasa böyle bir şey söylemenin bir manası olamazdı. Nous’a atfedilen özellikler onun madde dışı ideal bir ilke haline getirememiş, yarım bir proje gibi kalmasına sebebiyet vermiştir. Mesela Nous gücünü sadece evrenin ilk harekete geçiş anında kullanmış ve sahneden neredeyse tamamen çekilmiştir.

Yine de Anaksagoras daha sonra da Atina’da zirveye çıkacak ereksel bakışın ön habercisi olması açısından çok önemlidir.

Psikolojisi

Nous dışında her şeyde her şeyden bir parça vardır. Bazı şeylerde ise Nous da vardır.

Canlılarda Nous vardır ve onların hareket ilkeleridir.

Gerek büyük, gerek küçük olsun hayata sahip olan her şey üzerinde Nous’un gücü vardır.

Nous, her canlıda aynı ölçüde vardır öyleyse hayvanlar arasındaki zeka farkı bedenlerine dayanır. İnsanların en bilge olması, ellere sahip olmasındandır.

Anaksagoras’ın algı anlayışı, Empedokles’inkinin tersidir. Empedokles’e göre algı benzerin benzeri çekmesi ilkesiyle açıklanırken, Anaksagoras’ta bu durum karşıtların ilişkisiyle ilgilidir. Benzer benzeri algılayamaz.

Bizim kadar sıcak olan veya bizim kadar soğuk olan bir şey bizi ne ısıtır, ne soğutur.

Gece görememizin sebebi gecenin karanlığı ile gözümüzün karanlığının benzer olmasıdır. Bu görüş her algının bir tahriş ve dolayısıyla bir acı olduğu sonucuna götürür.

Anaksagoras’ın bilgi kuramına göre ise duygular aldatıcıdır. Fakat diğer yandan gördüklermizi sayesinde göremediklerimizin bilgisine erişebiliriz.

Duyularımız zayıf olduğundan doğruyu bilemeyiz.

Görünen şeyler, görünmeyen şeyleri gösterirler.

Anaksagoras’ın hayatının büyük kısmını servetini tüketmek pahasına bilimsel araştırmalarla geçirdiğini belirtmiştik. «Hayatın değerinin ne olduğu» sorusuna «gökleri ve dünyanın düzenini gözlemek» şeklinde cevap vermiş olduğu rivayet edilir. Anavatanıyla ilgilenmediği yönündeki eleştirilere, göğü gösterdiği ve ana yurdunun o olduğunu söylediği haber verilmektedir. Yine gurbette ölmenini kendisine pek dokunacağı birisine «öteki dünyaya giden yolların her tarafta aynı olduğu»’nu söylediği bildirilmektedir.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here