Herakleitos’tan günümüze 126 fragman ulaşmıştır ki bu o dönem için ciddi bir kaynaktır. Miletliler ya da Pisagorcular da göreceğimizin aksine Herakleitos bir bilim adamı olarak öne çıkmamıştır. Bunun sebebi bilimsel veya diğer her türlü bilginin üzerinde bir kavrayışa sahip olduğunu düşünmesidir.

Çok şey bilmek, aklı eğitmez; eğer eğitseydi Hesiodos, Pythagoras, Ksenophanes ve Hekaitos’u eğitirdi.

Herakleitos varlık, bilgi, ahlak, siyaset felsefeleri üzerine fikirlere sahip olmasından, kimilerine göre ilk filozof olarak kabul edilmektedir.

Hayatı ve Temel Görüşleri

Herakleitos’un hayatı hakkındaki bilgiler çok tartışmalıdır. MÖ 540’larda Efes’te doğmuş olduğu tahmin edilmektedir. 6. yüzyılın sonlarında ise artık tanınan bir filozoftur. Herakleitos’un Efes’in soylu bir aileden geldiği tahmin edilmektedir. İmtiyazlarını kullanacağı yaşa geldiğinde bu haklarını geri çevirip kardeşine devretmiştir. Bu hareketin temelinde, genel halkın geleneklerine ve inançlarına değer vermemesi yattığını bazı fragmanlardan anlamaktayız. O, zamanının mevcut sosyal ve siyasi yapısından muhakkak ki memnun değildi.

Efeslilere yakışan, yetişkin insanlarının hepsinin kendilerini asmaları ve şehri yetişkin olmayanlara bırakmalarıdır. Onlar ki en değerli adamları olan Hermodoros’u “İçimizden hiçbiri en değerli olmasın; olursa da başka yerde ve başkalarının yanında olsun” diyerek kapı dışarı etmişlerdir.

(Hermodoros’un Herakleitos’un dostudur ve demokrasi karşıtı eğilimlerinden ötürü Efes’ten kovulmuştur.)

Efes’te ticaretle zenginleşen yeni sınıftan da Herakleitos son derece nefret eder bunu aşağıdaki şekilde belli eder.

Eksik olmasın sizden zenginlik, ey Efesliler, kötü olduğunuzunbelli olması için.

Bu tarz tutumları, daha özelinde demokrasi düşmanlığı onu nihayetinde halk yığınlarına karşı büyük bir nefret beslemesine kadar götürecektir.

Bu logos’un ezeli-ebedi hakikatini insanlar anlamaz; ne onu duymalarından önce, ne de onu ilk duyduklarında. …  Köpekler, tanımadıkları insanlara havlarlar. … Eşekler, samanı altına tercih ederler. … Bir tek kişi benim için onbin kişidir, eğer mükemmel ise. . . . Doğru olan, tek bir kişinin iradesine itaat etmektir.

Herakleitos’un yığınları küçümsemesi onların sır dinlerini ve kültleri de içine alan dini inançlarını da kapsar.

Geceleri coşup dolaşanları, sihirbazları, bakkhoları, mainadları, mystleri ateş kavrayacaktır. İnsanlar arasında adet olan mysterialara girmek dinsizliktir.

(Geceleri coşup dolaşanlar: dionizosçular, sihirbazlar: doğulu rahipler, bakkholar ve mainadlar: Dionizos’a tapınan erkek ve kadınlardır.)

Bir yandan Herakleitos’un bu sert eleştirilerinden önceki Yunan büyükleri de nasibini alır.

Çok şey bilmek, aklı eğitmez: eğer eğitseydi, Hesiodos, Pythagoras, Ksenophanes ve Hekaitos’u eğitirdi.

Çoğunun öğretmeni Hesiodos. En çok onun bildiğini sanıyorlar; o ki gecenin ve gündüzün bir olduğunu bile anlayamamıştır. … Pythagoras, yalancıların başıdır. … Homeros, oyunlardan atılmaya ve kamçılanmaya layıktır; bir de Arkhilokhos.

Herakletios’un hayatının son kısmını Efes dışında münzevi olarak geçirdikten sonra, MÖ 480 yılında hastalanarak öldüğü tahmin edilmektedir.

Herakleitos eleştrilerinde cömert olsa da Miletlilere ve görüşlerine yaptığı bir eleştiri bulunmamaktadır. Bunda özellikle Anaksmandros’tan etkilenmiş olmasının payı olabilir.

Kimilerine göre Ksenophanes’in öğrencisi olsa da genel düşünce herhangi bir filozofun öğrencisi olmadığıdır. Zaten Kesenophanes için de yukarıda gördüğümüz sert eleştiri de bunu desteklemektedir.

Anaksimandros’un varlığın zıtlıkların sonucu olduğu ve bu zıtlıkların, sonunda apeiron’un içinde yeniden ortadan kalkacakları görüşünden onu etkilemiş gibi durmaktadır ancak diğer Miletliler gibi doğa olaylarının gözlemlere ve akıl yürütmelere dayanan bilimsel-felsefi açıklamalarını ortaya koyma bakımından çok farklıdır.

Her ne kadar Herakleitos dinsel görüşlerin hemen hepsini sert bir şekilde eleştirse de felsefesinin arka planında dini-ahlaki bir motivasyon olduğu da bir gerçektir. Özellikle ruh öğretisi Pythagorasçılardan ve Anaksimenes’tan etkilenerek daha da derinleştirmiştir.

Geleneksel olarak Herakleitos’un günümüze kalan fragmanları üçe ayrılır: doğa felsefesi, tanrı öğretisi ve siyaset. Eseri düzyazı olsa da vurucu cümlelerden oluşan şiirsel bir düzyazıdır. Yazıları atasözleri gibi az kelimeyle çok şey anlatırken, bir yandan da paradokslar içerir. Bu lisanın halk tarafından anlaşılması sanki istenmemiş gibidir. Bu bilmece gibi olan lisan ancak onu çözebilecek azınlık seçkinlere hitap etmektedir. Zaten “Karanlık” lakabını da bu dilden dolayı almıştır.

Herakleitos’un Karanlıklığı

Kendisinin anlaşılamamasıyla ilgili gelebilecek eleştirileri öngörmüş olacak ki bunlara da önceden bir cevap hazırlamıştır. “Delphoi Kahini’nin efendisi (Apollon) kendi düşüncesini ne ifade eder, ne gizler; onu bir işaretle gösterir. Zaten ona göre değerli şeyler çok azdır ve elde etmek için çok çaba göstermek gerekir.

Altın arayanlar toprağı çok kazarlar ve ondan ancak az bir miktarda bulurlar.

Herakleitos’un Delphoi Kahini göndermesinin bir başka anlamı daha olabilir. O da kendisini bir tür özel insan, peygamber gibi görmektedir. Daha önce Pythagorasçılarda ve Kesenophanes’te de buna benzer bir yaklaşım vardı. İleride ise Herakleitos’un büyük hayranı olan Nietzsche, tıpkı Herakleitos gibi genel dini inanışa yani Hristiyanlığa düşman olmuş ama Herakleitos’a benzer bir tarzda peygambermiş gibi “Böyle Buyurdu Zerdüşt”ü yazmıştır.

Herakleitos’un fragmanlarının arasındaki ilişkiler tam olarak kurulmadan, anlaşılması daha da güçleşmektedir. Fikirleri bir çok konuya değinirken, altındaki temel birlik fikrini kavramak çok zor olabilmektedir.

Karşılaşacağımız diğer bir zorluk da, aynı Pyhagoras ve Pythagorasçılar için de yaşadığımız, fragmanların geleneksel açıklamalarının Herakleitos’un kendi orjinal fikirlerimi yoksa ondan sonra gelenlerin yorumları mı olduğunun anlaşılmasındaki zorluktur. Özellikle Stoacılar Herakleitos ile ilgili bir çok görüş ortaya atmıştır.

Herakleitos’un Öğretisi

Herakleitos yığınlara kıymet vermediği gibi, kendisinden önce gelen filozoflara kıymet vermez. Bunun sebebi onun daha önce kimsenin ulaşamadığı bir seviyeye ulaşdığını, yegane bilgiye sahip olduğunu düşünmesidir. Bu bilgi birbirlerile ilgisiz, hatta birbirileriyle çatışma içindeki şeylerin aslında birliği teşkil ettiğidir. Bu çokluk birliği meydana getirirken, birlik de içinde çokluk barındırır. O halde esas bilgelik, çok malumat bilmek değil, çokluğun içindeki birliği görebilmektir.

Milet filozofları Evren’in temel maddesini yani arkheyi, değişenin arkasında değişmeyenin ne olduğunu aramışlardı. Herakleitos’un arayışı da buna benzerdir.

Arkhe Ateştir

Herkes için aynı olan bu dünyayı tanrılar veya insanlardan hiçbiri yapmamıştır. O her zaman ateş olmuştur, şimdi ateştir ve her zaman ateş olarak kalacaktır: Ölçüyle yanan ve ölçüyle sönen canlı bir ateş.

İonya filozofları hilozoistti, yani maddenin kendi kendisini harekete geçirebildiğine, dıştan herhangi bir varlığın kendisini harekete geçirmesine ihtiyaç duymaksızın değiştiğine inanıyorlardı. Bu tanıma ateş çok uygun düşmekteydi. Alev son derecede hareketli, canlı görünür. Sonra alevin kendisinden meydana geldiği şey, yani yanan şey sürekli olarak yandığı ve değiştiği halde alevin kendisi değişmez. Onun niteliği değişmediği gibi hatta yanma süreci boyunca niceliği, miktarı da değişmez. O hep aynı alevdir. Yanan şeyler başka başka oldukları halde hepsi yanarak alev olurlar.

Nasıl ki bütün mallar altınla, altın ise bütün mallarla değiş tokuş edilirse, her şey ateşle, ateş ise her şeyle değiş tokuştur.

Eğer maddenin değişiminin ilkesini kendi dıında olsaydı, maddeyi cansız kabul etmek makul olacaktı. Aristoteles bu dışarıdaki aktif güce “fail neden” demektedir.

Maddeler yanarken ateş olurlar fakat ateşin başka maddelere dönüştüğünü gözlemleyemeyiz. Ancak herşey yanarken ateşe dönüşebilirse, tersinin de mümkün olduğunu düşünebiliriz. Öyleyse ateş zırların bir arada olduğu bir şeyden ziyade değişerek zıtlara dönüşebilecek bir şey olarak düşünebiliriz. Herakleitos’un burada ateşten kastettiği şeyin kesinlikle fiziksel anlamda ateş olduğunun da önemle belirtmek gerekir.

Varlık Yoktur, Sadece Oluş Vardır

Miletlilerin arkhesi olan su veya hava, ateşten çok daha fazla varlık olma özelliğini taşımaktadırlar. Ateş ise varlık olmaktan ziyade bir süreç, akış gibi durur. Ateş hareketli diye düşünmekten se ateşi hareketin kendisi olarak görmek daha açıklayıcı olacaktır. Ateş bir oluş ve yokoluş sürecidir.

Herakleitos’un büyük farkı öncekiler varlığı ve değişim süreçlerini incelerken, o bu değişimin altında bir altında bir varlık bulunmadığını söyleyerek, varlığı sadece oluşa indirgemiştir.

Johannes Moreelse’nin Herakleitos Tablosu

Anaksimandros’u Hatırlayalım:

Anaksimandros’a göre arkhe aperiondu ve aperiondan sıcak ve soğuk zıtlığı çıkmıştı. Daha sonra diğer zıtlıklara bölünmüştü. Nihayetinde zıtlıklar tekrar çıkmış oldukları birliğe geri döneceklerdi. Bunun da nedeni onların birbirlerine karşı işlemiş oldukları suçun cezasını ödemelerinin gerekmesiydi.O halde, çokluk bir kötülüktü. Zıtların birbirleriyle yapmış oldukları mücadelede kötü bir şeyler vardı. Bundan dolayı zıtların veya bireysel varlıkların apeirona dönerek onun içinde erimeleri, yok olmaları doğru, haklı, adil bir şeydi, hatta adaletin ta kendisiydi. Bu görüşün sosyal veya hukuki bir anlayışın doğa planına aktarılması anlamına geldiğini daha önce söylemiştik.

Zıtların Savaşı

Herakleitos ise Anaksimandros’dan etkilenmiş gibi dursa da bu noktada neredeyse tam tersini söylemektedir. Zıtların savaşı kötülük değil, bilakis oluşun tek şartıdır. Evren sadece bu zıtların uyum içindeki mücadelesinden ibarettir.

Homeros, “Tanrılar ve insanlar arasında keşke çatışmalar sona erseydi” demekte haksızdır; o evreni ortadan kaldırmak istediğinin farkında değildi. Çünkü eğer onun isteği yerine gelmiş olsaydı, her şey yok olurdu.

Savaş, her şeyin babası ve kralıdır. O bazılarını Tanrı, bazılarını insan yapar. Bazılarını köle, bazılarını özgür kılar.

Herakleitos zıtlıkların mücadelesinin iyi olduğu düşüncesini çeşitli örneklerle kavratmaya çalışır. Bunun için yay (ya da lir) örneği açıklayıcıdır. Yay ağaç ve tel kısımlarından meydana gelir. Ağaç zor kullanılarak eğilir ve bu eğimiş şekli bir tel ile sabitlenir. Yay sürekli açılmak istese de tel bunu engeller. Tel de gergindir ve ağaçtan kurtulup gevşemek ister ancak ağaç da bunu engeller. Bu iki zıt gücün uyumlu birikteliğinden işlevsel bir alet ortaya çıkar. Yayı ortadan kaldırmak için tüm parçaları yakmamız ya da parçalamamız gerekmez. Bu gerilimi ya da zıtlığı ortadan kaldırdığımızda yay da ortadan kalkmış olacaktır.

Uzlaşmaz şeylerin kendi aralarında nasıl uzlaştığını anlamazlar. Karşıt dönüşlerin uyumu, yay ve lirdeki gibi.

Anaksimandros zıtların kavgasını bir haksızlık, kötülük olarak nitelendirmişti. Oysa Herakleitos’a göre o hakkın ve adaletin ta kendisidir.

Savaşın her şeyde ortak olduğunu ve savaşın adalet olduğunu, her şeyin savaşla doğup savaşla ortadan kalktığını bilelim.

Birlik ve Çokluk

Herakleitos, çokluk (ve bu çokluğun içindeki zıtlık) olmaksızın oluşun olamayacağı söyler. Diğer taraftan ise, çokluğun bir birliğe dayandığını (ateşin birliğine) ve zıtların birliğini teşkil ettiğini de düşünmektedir. Evren aynı zamanda bir ve çoktur. Bir olanın birliğini meydana getiren şey, çok olanın zıtsal gerilimidir. Bu gerilimi ortadan kalkarsa, birlik de ortadan kalkar. Herakleitos bu durumu paradoksal sözlerle anlatır.

Ölümlüler, ölümsüzler; ölümsüzler, ölümlülerdir. Biri diğerinin ölümüyle yaşar; diğerinin hayatıyla ölür. … Bir dairenin çemberinde başlangıç ve bitiş, aynıdır. … İyi ile kötü birdir. … Aynı şeydir yaşayanla ölmüş, uyanıkla uyuyan, gençle ihtiyar; çünkü bunlar değişince onlardır ve onlar değişince de bunlardır. … Keçeci mengenesinin düz ve eğri yolu bir ve aynıdır. … İnen ve çıkan yol, bir ve aynıdır.

Burada önemli olan Herakleitos’un zıtların aynı anda aynı yerde var olduklarını vurgulamasıdır. Diğer taraftan da özellikle “Çünkü bunlar değişince onlardır ve onlar değişince de bunlardır.” fragmanında zıtların birbirilerini hazırladıklarını, yerlerini birbirlerine terk ettiklerini söylemektedir. İlk tipe örnek olarak yayın ağaç kısmı ile tel kısmı arasındaki ilişki örnek verilebilirken, ikinci tipe ölüm-yaşam ya da gece-gündüz zıtlıkları örnek verilebilir.

Her Şey Akıyor – Panta Rei

Varlığın oluşa indirgenmesinden çıkan bir sonuç da her şeyin sürekli bir akış içinde olduğu yönündeki ünlü öğretisidir. Ateş, bir an için bile hareketsiz kalmayan, sürekli olarak değişme içinde olan bir şeydir. O halde ateşten meydana gelen varlıkların ve bütün evrenin aynı özelliklere sahip olmasından daha doğal bir şey olamaz. Herakleitos’un öğretisinin bu sonucu, aslında onun olmayan, ancak onun düşüncesini çok güzel bir tarzda özetleyen “Her şey akıyor” (panta rei) cümlesinde en iyi ifadesini bulmuştur. Herakleitos’un kendisinin kullandığı imge ise nehir imgesidir.

Aynı nehirlere iki defa inemezsin … Çünkü aynı nehirlere inenIerin üzerine her zaman yeni sular gelir.

Platon aynı nehre iki defa değil bir defa bile inilemeyeceğini söyler. Bunun nedeni her şeyin sürekli olarak değiştiği bir ortamda “aynı nehir”den bahsedilmesinin mümkün olmamasıdır. Platon’un, daha sonraki ve daha radikal Herakleitosçuların, tezlerini Herakleitos’un kendisine mal ettiğini görmekteyiz. Herakleitos’un düşüncelerinde bu kadar ileriye gidip gitmediğini elbette bilmemiz oldukça güçtür.

Logos

Sürekli oluşa rağmen şeyler nasıl olup da bize sabitmiş gibi görünmektedirler? Herakleitos bu soruyu cevaplandırırken iki sabit, değişmez şeyin varlığını kabul eder gibidir. Birinci olarak bütün bu değişmeler içinde tözün miktarı değişmez, yani ateş önce bir şey, daha sonra başka bir şey olur. Fakat sonra bu şeyler aynı süreci tersinden izleyerek eski şekillerine, yani ateşe geri dönerler. Ancak bütün bu süreçte ateşin miktarı değişmez.

Daha önemlisi, bu değişmelerin kendisi bir ölçüye, değişmeyen bir yasaya göre gerçekleşmesidir.

Ateş ölçüyle yanar ve ölçüyle söner.

Herakleitos bu ölçüye veya yasaya logos adını verir. Logos, başka dillere çevrilmesi zor, çok anlamlı Yunanca bir kelimedir. Söz, oran, düşünce, anlam ve akıl anlamlarına gelir. Herakleitos’un logos’tan kastettiği ise esas olarak ölçü ve yasadır.

Güneş, ölçülerini aşmayacaktır. Eğer bunu yaparsa adaletin hizmetkarları olan Erinysler onu yakalayacaktır.

(Erinysler ya da Furyler, Yunan Mitolojisi’nde yeraltıdanki doğa yasaalrının koruyucusu tanrıçalarıdır.)

O halde belki de ateşin en saf şekli olan Güneş bile bu yasaya itaat etmektedir. Evrende bulunan her şey, Güneş’e benzer bir şekilde bu yasanın, zorunluluk yasasının hükmü altında bulunmaktadır.

Her Şey Görelidir

İnsan, Tanrı tarafından küçük çocuk olarak çağrılır, nasıl ki çocuk da yetişkin insan tarafından öyle çağrılırsa. … En bilge insan, Tanrı’yla karşılaştırılırsa bilgelik, güzellik ve bütün diğer şeyler bakımından bir maymundur. … En güzel maymun, insanla karşılaştırılırsa çirkindir. … Deniz suyu en temiz ve en pistir. Balıklar onu içebilirler ve onlar için o kurtarıcıdır. Buna karşılık insanlar için o içilemezdir ve öldürücüdür.

Herakleitos basit bir görelilik düşüncesi peşinde değildir. Gerçekten iyinin, kötünün; doğrunun, yanlışın; adaletin, adaletsizliğin aslında tamamen göreli olduklarını söyler. İleride Stoacıların daha detaylı ortaya koyacakları, bireyler için kötü olan şeylerin daha büyük planda kötü olmadıkları; insanların kendileri için kötü buldukları şeylerin Tanrı açısından öyle olmadıkları düşüncesinin ilk ieklini de Herakleitos’da görmekteyiz.

Tanrı için her şey adil, doğru ve iyidir. Ama insanlar bazı şeyleri kötü, bazı şeyleri iyi diye kabul ederler.

İnsanlar kendilerine zararlı olan şeyleri kötü veya haksız olarak nitelerler. Fakat panteist Herakleitos her şeyi Tanrı’nın bir parçası olarak görür. Öyleyse mevzu Tanrı olduğunda artık iyilik veya kötülükten bahsetmenin bir anlamı olmayacaktır. Nihayetinde bu görüş bizleri Herakleitos’u, iyiliğin var olması için kötülüğün, ışığın var olması için karanlığın, tokluğun var olması için açlığın olması gerektiği görüşüne de götürecektir.

İnsanlar eğer bu şeyler (adaletsizlikler) var olmasaydı, adaletin adını bilmezlerdi. … İnsanların arzu ettikleri her şeyi elde etmeleri iyi değildir. … Sağlığı zevkli kılan hastalık, iyiyi iyi yapan kötü, doymayı hoş kılan açlık, dinlenmeyi hoş kılan yorulmadır.

Kozmolojisi

Herakleitos’ta bir kozmogoniden, sözetmek pek mümkün değildir çünkü Herakleitos, dünya düzeninin “her zaman ölçüye göre yanan ve ölçüye göre sönen bir ateş” olduğunu söylemektedir. Bu demektir ki Evren ezelidir ve bir başlangıcı yoktur. Zamanla, Herakleitos’un yalnızca bir kozmoloji geliştirmiş olduğu görüşü kabul edilir hale gelmiştir. Bu kozmolojiye göre ise ateşin şeylere ve şeylerin ateşe dönüşmesi, ezeli bir değiş tokuştur. Yani bu süreçleri birbirlerini takip eden iki safha olarak almamak gerekir. Bu bağlamda Herakleitos’un dünyanın ateşten meydana geldiğini değil, “her zaman canlı olan bir ateş olduğu “nu söylemiş olduğuna dikkat çekilmiştir.

Ksenophanes gibi gök cisimlerini, açık tarafları bize dönük olan “sandal”lara benzetmektedir. Herakleitos’un güney yarım küresinin varlığını kabul etmediği anlaşılmaktadır. Kısacası Herakleitos’un kozmolojik görüşlerinin daha öncekilerin seviyesinin altında kaldığını söyleyebiliriz.

Antroplojisi

Herakleitos, insanı evrenle açıklamak yerine, evreni insanla açıklamaya seçer. Anaksimandros’un suç ve ceza kavramlarını fizik alanına aktararak varlıkların birbirlerine karşı yapmış oldukları haksızlıkların cezasını çekmek üzere tekrar apeiron’un sinesine geri dönecekleri görüşünü biliyoruz. Benzer bir durum Herakleitos için de geçerlidir.

Güneş ölçülerini aşmayacaktır; eğer bunu yaparsa adaletin hizmetkarları olan Erinnysler onu yakalayacaklardır.

Ancak Herakleitos, Anaksimandros’un bakış açısını daha karmaşık bir hale sokmaktadır. Onda doğa yasasıyla, toplum yasası veya tanrısal yasa birbirlerine karışmaktadır. O bir yandan doğa yasasını veya logos’u toplumsal, ahlaki ve dini terimlerle tanımlarken, öte yandan toplumsal-ahlaki ve dini yasayı doğa yasasına dayandırmaktadır.

Herakleitos’un ruhu sıcak bir buhara benzettiği görülmektedir. Ona göre insan üç şeyden meydana gelmektedir: Ateş, su ve toprak. İnsan ruhu aslında ateşten meydana gelmiştir; ancak bu ateş, bireysel ruh haline dönüşürken nemlenen bir ateştir. Daha doğrusu nasıl ki, genel olarak ateş sönerken su, hava ve toprak olursa, bireysel ruh haline gelirken de o, ateş olma özelliğinden hayli kaybederek ıslak olur. O halde aslında ateş-ruhun insan varlığına girişi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan nemlenmesi, bir tür ölümdür. Nitekim Herakleitos ölümün kendisini bir tür doğuş veya ölümsüzlüğe ulaşma olarak görmektedir.

Ruh için iki tür ölüm vardır; sudan gelen ölüm ve ateşten gelen ölüm. Sudan gelen ölüm, yani ateş- ruhun ıslanması, gerçek ölümdür.

Ruhlar için ölüm, su olmaktır.

Buna karşılık ruh için ateşten gelen bir ölüm de vardır. Bu ölüm, farklı bir ölümdür ve gerçekte ölümsüzlüktür; çünkü ateş-ilkeye kavuşmaktır. Bu ölümle ölenlerin payına büyük kısmetler düşecektir.

Daha büyük ölüleri daha büyük kısmetler beklemektedir.

Anlaşıldığına göre savaşta ölen insanların ruhları, bu tür bir ölümle ölmekte ve onları bu tür bir kader beklemektedir.

Savaşta ölenleri tanrılar da över, insanlar da.

Herhalde özellikle bu tür bir ölümle ölenleri ummadıkları şeyler beklemektedir.

İnsanları öldükten sonra ummadıkları ve akıllarına getirmedikleri şeyler bekler.

Herakleitos bilgelikle ruh kuruluğu arasında sıkı ilişki kurmaktadır.

En kuru ruh, en bilge ruhtur.

Epistemolojisi

Herakleitos’un epistemoloji kuramı yoktur zaten o dönem Yunan filozoflarından böyle bir şey bekemenin de pek bir mantığı yoktur. Ancak çok şey bilmeyle bilgelik arasındaki farka önem verdiği açıktır.

Sözlerini diniediğim herkes içinde tek bir kişi yok ki bilgeliğin her şeyden ayrı olduğunu anlamaya muvaffak olmuş olsun. … Bilgelik tek bir şeydir: O, kendisiyle her şeyin her şey tarafından yönetildiği düşünceyi tanımaktır.

İnsani varlık bilgeliğe sahip değildir.

Bu cümle ile Herakleitos bilgeliğin insan için kesinlikle erişilemez olduğunu söylemekten ziyade bilgeliğe, şüphesiz en mükemmel anlamda Tanrı’nın sahip olduğunu, çünkü onun zaten arkhe-logos olarak bilgeliğin kendisi olduğunu, bizim ise bu bilgeliğe ruhumuzdaki ateş oranında sahip olduğumuzu söylemek istediğini düşünebiliriz.

Öte yandan bilgeliği elde etmenin zorluğunun kısmen bizden, ruhumuzun kafi derecede “ateşli” olmamasından kaynaklandığı gibi kısmen de nesnel olarak varlığın kendisinden, Herakleitos’un yine ünlü bir fragmentinde söylediği gibi “doğanın gizlenmeyi sevmesi”nden ileri geldiğini söyleyebiliriz. Ama bu her iki güçlük bilgeliği elde etme çabasında insan tarafından üstesinden gelinemez şeyler değildirler.

Beni değil, konuşmamı dinlemek ve her şeyin bir olduğunu bilmek bilgecedir.

Bu söz her ne kadar Herakleitos’un kendisini bir birey olarak önemsizleştirmek ve ilgiyi öğretisine çekmek yönünde bir uyarısı olsa da aslında kendisini bilgeliğin bir temsilcisi olarak görmek yönündeki görüşünün de bir ifadesidir.

Bazı fragmanlarında onun duyusal algı (aisthesis) ile akılsal sezgi veya kavrayış (logos) arasında bir ayrım yaptığını görmekteyiz. Herakleitos’un gözlemi bilginin zorunlu ön koşulu olarak gördüğünü, yalnız onu bilgiyi temellendirmekte yeterli kabul etmediğini söyleyebiliriz. Bunun nedeni ise, duyuların çoğu zaman aldatıcı olmasıdır.

Gözler ve kulaklar, insan için kötü tanıklardır. … Gözler kulaklardan daha iyi tanıklardır.

Gözlemlerin güvenilirliği, bundan dolayı, aslında ruhun yapısına, yani onun duyu verilerini yorumlama tarzına bağlıdır.

Gözler ve kulaklar, insan için kötü tanıklardır, eğer onlar barbar ruhlara sahiplerse.

Etiği

Logos’u kavrayabilmek sadece bilimsel ve entellektüel bir merak değil aynı zamanda bir yaşam rehberi olarak görür Herakleitos. Her ne kadar kültleri ve sır dinlerini neredeyse iğrenç bulsa da, onlara bu açıdan benzemektedir. Bildiğimiz gibi Miletlilerin çözümler genel olarak bilimsel bir açıklama getirmek üzerineydi. Herakleitos ise logos kavramını politik ve sosyolojik olarak da hayatın tam ortasına koymaktadır.

Bu demektir ki esas önemli olan teorik kavrayıştan ziyade bilgeliktir. Bilgelik ise sadece doğru bilmek, söylemek değil aynı zamanda ona göre de yaşamaktır.

Bu bilgeliğe çok ama çok küçük bir azınlık ulaşabilir ancak. Bu sebepten Herakleitos, çoğunluğun seçkin bir azınlığa itaat etmesi gerektiğini söyler. Çoğunluk iyiye ancak bu şekilde ulaşabilir. Demokrasi düşmanlığını da bu bağlamda ele almak gerekir.

Herakleitos’un Önemi

Öncelikle Herakleitos’un öğretileri hemen kendisinin zıttı başka bir öğreti doğmasını sağlayacaktır. Herakleitos’un sadece oluşu kabul edişinin karşısında Parmenides oluşu tamamen inkar edecektir. Bu zıtlık çoğulcularıların çıkış noktası olacaktır. Herakleitos’un göreciliği Sofistlerin şüpheciliğinin kaynağı olacaktır. Platon ve Aristoteles de oluş ile varlığı uzlaştırmaya denemişlerdir. Herakleitos’un belki de en sıkı takipçileri Stoacılardır. Herakleitos’un görüşleri onlar için ahlaki bir dünyayı mümkün kılar.

Hegel, Herakleitos’un, tüm görüşlerine eselerinde yer verdiğini söyler. Nietzsche ise Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe adlı kitabında Herakleitos’a özel önem atfeder. Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı eserinde Zerdüşt de Herakleitos model alınarak yaratılmış olabilir. Dünyanın herhangi bir özel amacı olmaması fikri de Herakleitos kaynaklı bir fikir gibi durmaktadır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here