Parmenides, Herakleitos’un tam zıttı olarak varlığın var olduğunu ve oluşun mümkün olmadığını söyler. Miletlilerin tek bir arkhe ile hem varlığı hem de oluşu mümkün kılma çabaları Herakleitos-Parmenides çatışması ile başarısızlığa uğramışa benzer.

Parmenides, metafizik bilgiyle deneysel bilgiyi de birbirinden kesin olarak ayırır. Varlığa tamamen rasyonel bir açıklama vermeye çalışır. Daha önceki filozoflar da elbette ki varlık üzerine akıl yürütmeye dayanmışlardır ancak her zaman sezgisel bir tarafı da vardır.

Özellikle Herakleitos her şeyin bir akış içinde olduğunu söylerken, pek de duyulardan veya duyusal deneyden hareket eden bir tez ileri sürmemekteydi. Duyularımızın bize dünyayı hiç de Herakleitos’un ileri sürdüğü tarzda bir şey olarak göstermezken, tersine evrenin genel olarak sabit olduğunu telkin eder. Bu sebepten Herakleitos’un kuramının bilgiyle alakalı kısmı duyulara değil logos adını verdiği akılsal bilgiye dayandırır.

Parmenides’e göre duyu veya deneyden hiçbir veri alınamaz. Bilgi sadece akıl yürütmelere dayanmak zorundadır. Duyular ve deneyler bize bir «sanı» verebilirler. Sanı ise hakikata ulaştırmaz.

Nihayetinde Parmenides-Herakleitos çatışması sonucunda Yunan felsefesi varlık-oluş arası ilişkiler sorununu ana sorun olarak ele almak zorunda kalır.

Hayatı ve Eserleri

Parmenides’in hayatı hakkında birbiriyle çelişkili bilgiler vadır. Platon’un Parmenides diyaloğunda kendisinin öğrencisi Zenon ile beraber Atina’ya gittiğinden bahseder. Orada genç Sokrates ile tanışmış ve onunla tartışmalar yapmıştır. Bu bilgilerden yapılan hesaba göre doğu tarihi MÖ 515 yılı civarı olmalıdır. Diogenes Laertius’un verdiği bilgilere göre yaşı hesaplandındığında ise Platon’un verdiği bilgilerle çelişmektedir.

Parmenides’in öğretmenlerinin de kimler olduğu tartışmalıdır. Aristoteles Elea Okulu’nun kurucusu olarak Ksenophanes’i gösterirken, Parmenides’i de onun öğrencisi olarak belirtir. Diğer yandan onun Ksenophanes’in öğrencisi olmasına öğretilerindeki büyük farklardan dolayı şüpheyle yaklaşanlar da çoktur. Onu daha çok Pyhagorasçılığı takip ettiğini düşünmektedirler. Nihayetinde öğretisinde iki fraksiyondan da etkiler olduğunu düşünebiliriz.

Parmenides’in kozmoloji anlayışının Anaksimandros’tan etkilendiğini düşünebiliriz. Evrenin birbirine zıt çiftlerden ve bu çiftlerden çıkan zıtlardan meydana geldiği fikirleri benzeşmektedir.

Parmenides’in varlık öğretisinin Herakleitos’un felsefesine karşı geliştirmiş olduğu fikri halen genel kabul gören fikirdir.

Parmenides de bir yasa koyucu olarak bilinir fakat Elea şehrindeki bu yasaların mahiyeti hakkında elimizde çok az bilgi bulunmaktadır. Bu sebepten siyasi görüşlerini tam olarak bilememekteyiz. Yalnız Elea şehrinin aristokratik bir şehir olması ile onun kendisinin tanrısal bilgiye sahip olup diğer insanların bilemediklerini bildiği görüşüyle birleştirirsek siyasi olarak da aristokrasi yanlısı olduğunu düşünebiliriz.

Parmenides’in öğretisi hakkındaki başlıca kaynağımız, onun Doğa Üzerine adını taşıyan eserinden zamanımıza kadar gelmiş olan 150 civarında fragmenttir. Parmenides’in sözünü ettiğimiz bu eserinin bir felsefi şiir olduğunu görmekteyiz.

Eserin başında Parmenides Güneş’in Kızları tarafından sürülen bir arabayla Adalet tanrıçası Dike’nin huzuruna çıkartıldığını ve ondan “yusyuvarlak hakikatin sarsılmaz yüreği”yle “ölümlülerin aldatıcı sanıları”nı öğrendiğini söyler. Bu anlatım biçimi apaçık bir vahiyin aktarılması şeklidir ve nesnel bir geçerlilik halini alır. Sanki Parmenides’in kendi görüşleri değildir. Bu Hesiodos ve Homeros’da da görülür.

Parmenides’in eserinin ilk kısmı “hakikat” üzerinedir. Burada Parmenides varlık hakkındaki asıl öğretisini sergiler.

İkinci kısım ise ölümlülerin kendilerine göründüğü şekilde varlık hakkındaki düşüncelerini anlatır. O halde bu kısım aslında “sanılar” üzerinedir.

Başka deyişle birinci kısım hakikatin yolunu, ikinci kısım sanının yolunu tasvir eder ve bu iki kısımda anlatılanlar da birbirlerine taban tabana zıttır. Bunun nasıl yorumlanacağı felsefe tarihçileri için güzel bir meseledir.

Ontolojisi

Parmenides, düşünülmesi mümkün olan yalnızca iki araştırma yolunun olduğunu söyler:

.. Bunlardan birincisi, yani varlığın varolduğu ve onun için varolmamanın mümkün olmadığını söyleyen yol, ikna yoludur; çünkü o hakikatle birlikte bulunur. İkincisi, yani varlığın varolmadığı ve onun var olmasının zorunlu olmadığını söyleyen yol ise içinde hiç kimsenin hiçbir şey öğrenemeyeceği bir patikadır.

Varlık Vardır ve Varolmayan Var Değildir!

Parmenides bu iki yola, üçüncü bir yol daha eklemekte gecikmez. Bu üçüncü yol ise ona göre “varlığın hem varolduğunu, hem de varolmadığını söyleyen iki-başlı insanlar” tarafından temsil edilen yoldur. Böylece:

  1. Varlık vardır.
  2. Varlık var değildir.
  3. Varlık hem vardır, hem var değildir.

Parmenides’e göre sadece birincisi hakikatin yoludur.

Parmenides’in üçüncü görüşü savunanlar olarak Herakleitosçuları kastettiği genel olarak kabul edilir. Herakleitos’un öğretisi gerçekten de Platon ve Aristoteles tarafından böyle yorumlanmıştır. İkinci görüşü savunanların kim olduğu anlaşılamamaktadır. Bilindiği kadarıyla böyle bir görüşe sahip filozof yoktur. Bu görüşü «varlığın varolmadığı» yerine «var-olmayanın varolduğu» şeklinde ele alırsak, boşluğu kabul eden atomcuları kastettiği sonucuna ulaşabiliriz. Parmenides gerçekten de boşluğun varlığını kesin olarak reddeder.

Parmenides ikinci görüşü ayrıntılı bir şekilde ele almaya yeltenmez çünkü ona göre bu yol akılsal olarak zaten kavranamaz. Sadece «içinde hiç kimsenin hiçbir şey öğrenemeyeceği bir patika» olarak tanımlanır. Benzer şekilde Herakleitosçuları da ikinci önermeyi içeren bir önerme sundukları için mantıksal olarak elemektedir.

Öyleyse elimizdeki önermeleri çok basit bir şekilde şöyle özetleyebiliriz:

  1. Varlık vardır. (A, A’dır.)
  2. Varlık var değildir. (A, A değildir.)
  3. Varlık hem vardır, hem var değildir. (A, A’dır ve A değildir.)

Unutulmamalıdır ki, özdeşlik ilkesi gibi formel sistemlerin dışarıda bir karşılığı olması gerekmez. Zaten Parmenides de konuyu böyle ele almamıştır. Onda varlık veya var olmamalık tamamen somut olarak ele alınmıştır.

Varolmayan Şey Düşünülemez

Parmenides’in meşhur ve çok tartışma yaratan bir cümlesi vardır:

Çünkü düşünülmesi mümkün olan, var olması mümkün olanla aynı şeydir.

Bu cümle «Varlığın varolmadığını söylemek imkansızdır, çünkü varolmayan düşünülemez, bilinemez ve dile getirilemez.» anlamına gelebilmektedir.

Parmenides birçok kişiye göre varlığı düşünceye indirgemektedir. Böylece Parmenides, Berkeley gibi idealist bir filozof halini alır. Berkeley: «Varlık, algılanmaktır.» (“Esse est percipi”).

Parmenides, varlığı düşünceye özdeş kılmaya çalışmamaktadır. Onun için önce gelen, varlıktır ve varlık varolduğu içindir ki, düşüncenin konusudur. Varolmayan da varolmadığı için düşünülemez ve ifade edilemez.

Antik Yunan Realisttir

Bütün Yunan Felsefesi –Platon ve Aristoteles de dahil olmak üzere– realisttir. Platon’a göre düşüncenin konusu olan idealar insan zihninden bağımsız olarak vardır. Bu durum Aristoteles için de geçerlidir. O duyusal niteliklerin, duyan özneden ayrı olarak nesnel bir varlığa sahip olduklarına inanır. Zaten formlar da düşünen varlıktan ayrı ve bağımsız bir varlığa sahiptir. Ona göre de, bilgide esas olan özne veya onun tasavvurları değildir; nesne ve onun özne üzerinde meydana getirdiği etkilerdir. Bilgi, bilene değil, bilinene tabidir.

Varlık Sadece Akılda Kavranabilir

Parmenides de benzer şekilde düşünür. Ancak Parmenides varlığın yalnızca akılla kavranabileceği düşünür. Yani duyular, gözlem ve deney varlığa gösterge olamaz.

Gerçekten de Miletliler de ve Herakleitos da, varlık için de değişim için de dayanak olarak duyuları alırlar. Parmenides’e göre Miletli filozoflar hem varlığı, hem değişmeyi kabul etmektedirler. Duyularımız bize varlığı değil, sadece bir değişim içindeymiş gibi bir görüntü gösterirler.

Kullanma bakışsız gözü, uğuldayan kulağı. Akılla bağla karara çok kavgalı delili.

Parmenides’e göre duyularımızı aklın analizinden geçirdiğimiz takdirde çelişkileri görebiliriz.

Oluş Yoktur

Değişim ve hareket neden çelişiktir? Çünkü değişim, bir şeyin hem olması, hem olmaması demektir. Bu da özdeşlik ilkesinin ihlali demektir. Değişimde bir şey, her ne ise, bir andan ondan çıkmakta ve başka bir şey olmaktadır. Artık o ilk şey yoktur. Benzer olarak daha önce var olmayan diğer şey de artık var olmaktadır. Çelişki budur. Öyleyse duyusal bilgiyi reddetmemiz ve a priori yöntemi kabul etmemiz gerekir.

Elbette ki Aristoteles Parmenides’in ilkeyi yanlış anladığını söyleyecektir. Aristoteles’e göre özdeşlik ilkesi:

  • Bir ve aynı şeye,
  • Bir ve aynı niteliğin,
  • Bir ve aynı zamanda,
  • Hem ait olması, hem de ait olmamasının imkansız olduğunu söyler.

Oysa Parmenides’te aynı zamanda olma gibi bir şart gözönüne alınmamıştır. Yine de Parmenides’in görüşü önemlidir. Asıl sorun, bu birinci niteliğin nereye gittiği, ikinci niteliğin ise daha önce var değilken nereden ve nasıl varlığa geldiği değil midir? Bu nitelik, herhangi bir varolan şey gibi varsa, ortadan kalkamaz; eğer var değilse o zaman da varlığa gelemez. Aristoteles bu iddiaya da «kuvve» kavramının yardımıyla cevap verecektir.

Bir, Ezeli-Ebedi, Bölünemez, Değişemez, Sürekli Varlık

Parmenides’e göre varlık bir olmak zorundadır.

Varolandan farklı olan, varolan değildir. Varolan-olmayan ise hiçtir; o halde varolan, birdir.

Basit olarak; varolandan farklı olan, varolmayandır; varolmayanın ise zaten varolmayandır. Öyleyse sadece varolan vardır. Sonuç: Varolan birdir.

Varlığın bir başka önemli özelliği de ezeli ve ebedi olmasıdır. Varlık zaman-dışıdır.

Varlık, hiçbir zaman var olmamıştır ve hiçbir zaman var olmayacaktır. Çünkü onun için ne tür bir başlangıç aramak istiyorsun? O ne şekilde ve hangi kaynaktan varlığını almış olabilir? Onun varolmayandan çıktığını ne söylemene ne düşünmene izin vereceğim. Çünkü herhangi bir şeyin varolmadığını ne düşünmek, ne söylemek mümkündür. Eğer o hiçten varlığa gelirse, onu daha önce değil de daha geç varlığa gelmeye hangi zorunluluk mecbur etmiş olabilir? O halde onun ya tamamen var olması veya tamamen varolmaması gerekir.

Varlığın varlığa gelmiş olduğunu düşünemeyiz. Eğer o bir zamanlar var olmamış olsaydı, hiçbir zaman var olamayacaktı. Parmenides’e göre varlığın veya varolanın iki nedenden dolayı varlığa gelmiş olmasını düşünmenin imkansız olduğunu görmekteyiz:

  1. Varlığın varolmayandan doğduğunu söylemek imkansızdır; çünkü varolmayan, var değildir. Dolayısıyla varlığın varolmayandan doğduğunu söylemek akılsal bakımdan çelişkidir.
  2. Varlık eğer varolmayandan meydana gelirse, onun varolmayandan neden daha önce veya daha sonra değil de, o varlığa geldiği anda varlığa geldiğini açıklamak zorlaşır. Çünkü eğer zaman varsa veya eğer varlık zamanda meydana gelmişse, onu içinde meydana geldiği anda meydana gelmeye hangi neden itmiş olabilir?

İkinci kanıt evrenin zamanda varlığa geldiğini kabul etmeyen birçok filozof, özellikle Farabi ve İbni Sina gibi İslam filozofları tarafından kullanılmıştır. Yine Leibniz, metafiziğinde kullandığı başlıca ilkelerden biri olan yeter sebep ilkesine dayanarak, evrenin zamanda meydana gelmesi veya Tanrı tarafından yaratılması durumunda, onun içinde meydana getirildiği anda meydana getirilmesinin, daha önceki veya daha sonraki herhangi bir anda meydana getirilmemesinin yeter sebebi olamayacağını ileri sürerek, zamanın gerçek bir varlığı olmadığı yönündeki ünlü öğretisini ortaya atmıştır. Leibniz de Parmenides’in bakış açılarını ve temel öncüllerini benimsemiş, ancak onlardan tamamen farklı bir sonuç çıkarmıştır. Parmenides evrenin zamanda meydana gelmesinin imkansız olduğunu sonucuna varırken, Leibniz, zamanın varlığının gerçekliğinin imkansızlığı sonucuna varmıştır.

Varlığın veya varolanın kavramsal içeriğinden hareketle çıkarılan diğer bir sonuç, onun bölünemez ve sürekli olması zorunluluğudur.

Çünkü o mutlak olarak benzerdir ve çünkü ondan bir yerde bir başka yerde olduğundan ne daha fazla -çünkü bu onun varlığının devamlılığını engellerdi- ne daha az şey vardır. Tersine her şey, varolanla doludur. Bundan dolayı da o tam olarak süreklidir; çünkü varolan varolanla temas halindedir.

Buradaki sözlerinden Parmenides’in açık olarak varolanı dolu olanla, varolmayanı ise boş olan veya boşlukla, boş uzayla özdeşleştirdiği ortaya çıkmaktadır. “Varolanın varolanla temas halinde olması”’ndan Parmenides’in kastettiği, fiziksel olarak boşluğun veya boş uzayın varolmadığıdır.

Boşluk Yoktur

Varlığı bölünebilir kılacak veya bölecek şey ne olabilir? Bu ancak boşluk olabilir ancak boşluk zaten var değildir. Boşluk varolmadığına göre varlık bölünemez. Bölünemez olduğuna göre sürekli, aynı türden, homojen bir bütündür. O, aynı türdendir; çünkü ondan bir yerde başka bir yerde olduğundan daha az veya daha çok bulunamaz. O halde o her yerde benzer olan bir bütündür. Varlığın ne bütünü, ne parçaları bakımından herhangi bir harekette bulunması düşünülemez.

Ayrıca o güçlü zincirlerin bağları içinde hareketsizdir, başlangıçsız ve bitimsizdir… O , aynı şeydir ve aynı yerde durur; kendi kendisinde bulunur ve böylece sürekli olarak yerinde kalır. Çünkü kesin bir zorunluluk onu, kendisini her yandan kuşatan sınırların bağları içinde tutar.

Parmenides’in bu son cümlesinden varlığın aynı zamanda sonsuz olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü o «kendisini her yandan kuşatan bağların sınırları içinde» bulunmaktadır. Gerçekten de Parmenides şiirinde yukarıdaki cümlelerin veya dizderin hemen arkasından varlığın sonlu olduğunu açıkca belirtmektedir:

Bundan dolayı varolanın sonsuz olmasına izin yoktur; çünkü onun hiçbir eksiği yoktur. Oysa eğer sonsuz olsaydı, her şeye muhtaç olurdu.

Evren Sonludur

Anlıyoruz ki varlık ezeli ve ebedi olmasına karşılık uzay bakımından sınırlıdır. Varlığı sınırlayan şey ya varlık ya da boşluk olmalıdır. Eğer sınırlayan varlık olsaydı o zaman sonlu olamazdı. Diğer yandan boşluğun sınırlayıcı olması söz konusu bile olamaz.

Parmenides kesin olarak varlığa sonlu demektedir. Gerekçesi ise onun «hiçbir eksiği olmaması»’dır. Parmenides, daha sonra Aristoteles’in de sonsuzun varlığını reddederken kullanacağı kanıta benzer bir kanıta başvurmaktadır. Aristoteles’e göre sonsuz, bir mükemmellik değil, tam tersine bir eksiklik, bir kusurdur. Sonu olmayan hiçbir zaman tam olarak gerçekleşmesi mümkün olmayandır.

Aristoteles’in sonsuzu nasıl bir şey olarak gördüğünü anlamak için kuvve-fiil kavram çiftine de başvurmamız gerekecektir. Aristoteles’e göre kuvve henüz gerçekleşmemiş, ancak gerçekleşecek olan şeydir. Örneğin genç bir kız, genç bir erkekten farklı olarak bir başka şeye de sahiptir her ne kadar şu anda onu üzerinde taşımıyor olsa da. İlerde, çocuk doğurma, anne olma potansiyeline sahiptir. Aristoteles işte bu potansiyele kuvve adını verir. Oluş ve değişme, işte varlıklarda fiilen bulunmayan, ancak içlerinde sakladıkları sözkonusu kuvvelerin zamanla fiil haline gelmesi, gerçekleşmesi sürecidir.

Aristoteles’e göre bazı şeyler fiilen varolmamalarına, ama bir kuvve olarak varlıklarda bulunmalarına karşılık (meşe tohumunda meşe ağacı gibi) bazı şeyler ilk bakışta kuvve sınıfına mensup oldukları izlenimini vermelerine rağmen gerçekte öyle değildirler. Bu şeylerin başında da sonsuz gelmektedir.

Sonsuz, neden bir kuvve gibi durmaktadır? Nasıl genç bir kızda, bir kadını görebilmemiz mümkünse, bir sayılar dizisinde de saymanın sözkonusu sayıdan daha sonraki sayıları sayabileceğimizi bilmekteyiz. Benzer şekilde bir büyüklüğü bölme işleminde de bölmenin fiilen içinde bulunduğu aşama ayrı bir şeydir, bölmeyi ileriye doğru devam ettirme imkanına sahip olmamız ayrı bir şey. İşte bu durum bize sonsuzu kuvve gibi algılamamıza sebep olur.

Ancak Aristoteles, sonsuzun bir kuvve olmadığı görüşündedir. Bunun nedeni kuvvenin fiil haline geçmesinin mümkün olmasına karşılık sonsuzun fiil haline geçmesinin hiçbir zaman mümkün olmamasıdır. Sonsuz, arkasında daima bir şey olandır; dolayısıyla o hiçbir zaman fiil haline geçmesi mümkün olmayandır. Bir nesneyi hiçbir zaman sonsuza kadar bölemezsiniz. Bundan dolayı Aristoteles, sonsuzu bir eksiklik, bir yetersizlik olarak tanımlar. Nitekim ona göre evren mükemmel bir şey olduğu için sonsuz değil, sonlu olmak zorundadır.

Buna karşılık Miletli filozoflar tersine arkhelerinin sonsuz olduğunu söylemekte hiçbir sorun görmemişlerdir. Muhtemelen bunun nedeni de sonsuzu mükemmel bir şey olarak anlamalarıydı.

Benzer bir bakış açısını tektanrıcı dinlerde de görebiliriz. Örneğin Hıristiyanlık veya Müslümanlık Tanrı’dan sözederken onun sıfatları bakımından sonsuz olduğunu, örneğin bilgeliğinin, merhametinin, kudretinin vb. sınırsız olduğunu söylemekte herhangi bir sakınca görmezler. Tersine, Tanrı’yı yaratıklarından ayıran en önemli özelliğin, insanın bu sıfatlara sınırlı bir ölçüde sahip olmasını görmektedirler.

Oysa Parmenides’in böyle düşünmediğini, onun da Aristoteles gibi sonsuzu bir eksiklik olarak aldığını görmekteyiz. «Eğer sonsuz olsaydı, her şeye muhtaç olurdu.» Parmenides sonsuzun belirsiz bir şey olması, belirsizliğin ise bir kusur olması noktasından hareket etmektedir.

Belki de bu konuda o Pythagorasçılığın etkisi altındadır. Çünkü Pythagorasçıların, Aristoteles’in de işaret ettiği gibi, belirsiz bir biçimde de olsa Form kavramını keşfettiklerini ve varlıkları, onları belirli kılan Formları veya sayılarıyla tanımlamak istediklerini görmüştük. Öte yandan onlar, «sınırsız olan»’ı «kötü» olarak almaktadırlar.

Bu tür düşüncelerin sonucunda Parmenides’in aslında sözkonusu ettiğimiz genel akıl yürütmesine aykırı olduğu halde varlığı, sınırlı, sonlu bir şey olarak tasvir etmek durumunda kaldığını söyleyebiliriz.

Varlık Küre Şeklindedir

Parmenides varlığın şeklini de vermektedir.

0, yuvarlak bir küre kütlesi gibi her yönde tamdır. Merkezden hareketle her yönde aynı ölçüde ağırdır. Çünkü o bir yerde başka bir yerde olduğundan daha büyük veya daha küçük olamaz. Çünkü onu her yönde eşit derecede uzanmaktan engelleyecek bir şey yoktur.

Parmenides varlığa küre şeklini verirken yine Pythagorasçıların etkilenmiş olması muhtemeldir. Kürenin merkezi yüzeydeki her noktaya eşit uzaklıktadır. Küre şekli «ağırlığı her yönde aynı, büyüklüğü bir yerde başka bir yerde olduğundan daha büyük veya daha küçük olmayan» varlığa tek uygun şekildir. Parmenides’in varlığı i) hiçbir yerde daha az veya daha çok olamaz, ii) her yerde veya her yönde aynı gerçeklik derecesine veya miktarına, ölçüsüne sahip olmalıdır.

Varlık birdir, bölünmez, hareketsiz ve sonludur: bir bütündür ve aynı türdendir; ezeli ve ebedidir veya zaman-dışıdır; süreklidir ve küre şeklindedir.

Varlık Tinsel Değildir

Varlığın maddi olup olmadığı Parmenides’te en son sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Kimileri, Parmenides’in varlık olarak anladığının maddi olduğunu düşünürken, kimileri de akıl ile ilişkisinden dolayı salt maddi olamayacağını ileri sürerler.

Bir diğer bir görüş ise varlığı tinsel olarak ele almaktadır. Yani varlık tamamen duyulardan bağımsız olarak ele alınabilir.

Ancak Parmenides’in varlığının salt maddi olduğunu düşünmemiz için elimizde daha çok veri var gibi durmaktadır. Öncelikle Platon’a kadar maddi olmayan şey kavramı güçlü olarak ortaya atılamamıştır. Daha sonra gelecek Anaksagoras bile evrenin fail nedeni olarak kabul ettiği Akıl’ı veya Nous’u diğer maddelerden daha saf bir madde olarak tanımlamıştır. Benzer olarak Empedokles’in dört unsuru da maddi olarak tasarlamıştır.

Bunun dışında varlığı küre ve uzamsal olarak tanımlamış olması, onu maddi bir şey olarak gördüğüne işaret etmektedir.

Diğer taraftan bazıları Parmenides’in gene Pythagorasçılardan etkilenerek, varlığı fiziksel değil, geometrik olarak ele aldığını düşünmektedirler. Bu durumda Parmenides’in «yusyuvarlak hakikat» tabiri mecazi olarak ele alınmalıdır. Zaten varlığın bölünemez olmasının sebebi bir sorun olarak ortada durmaktayken bu ada akla uygun bir açıklama olabilir. Bu tartışmaya atomcular da yeni bir boyut getirecektir.

Kozmolojisi

Parmenides’in şiirinin ikinci kısmı, «sanının yolu» veya «ölümlülerin aldatıcı sanıları» olarak bilinir. Parmenides neden açıkca yanlış olduğunu ilan ettiği böyle bir kısım yazmıştır? Parmenides, Tanrıça Dike’nin kendisinden «hiçbir konuda ölümlülerin düşüncesi tarafından geçilmemesi» istemesinden ötürü bu kısmı yazdığına ilişkin bir açıklaması vardır.

Aristoteles ise Parmenides’in duyusal dünyada çokluğun varlığını kabul etmek zorunda kaldığından tek ilkeden vazgeçip, ikinci bir ilkeyi de dahil ettiğini ileri sürmüştür.

Kimilerine göre ise bu kısım tamamen Pythagorasçı görüşlerdir. Bu görüşlerin de şiirde bulunmasının sebebi Parmenides’in kendisinin de eskiden Pythagorasçı olmasdır. Bu kısımları Pythagoras öğretisini tanıtmak ve inkar etmek için koymuştur.

Aristoteles’in yaklaşımı en makulu olarak ele alınırsa Parmenides’in varlığı iki farklı şekilde – «hakikat bakımından» ve «sanılar bakımından» – ele aldığını düşünebiliriz. Elbetteki ikincisi birincisi akıl ile ulaşılabilen bir varlık olduğu için hakikat iken, ikincisi sadece duyularla ulaştığımız bir sanıdır.

Parmenides kozmolojisinde birbirlerine kesin olarak zıt iki formun, yani iki cismin varlığını kabul ettiğini görmekteyiz. Bunlardan biri yumuşak, çok hafif, her yanda kendisine benzer olan eterli ateş; diğeri koyu ve ağır olan karanlık gecedir. Muhtemelen bu iki ilke Pythagorasçıların sınır ve sınırsız olanlarına karşılıktır. Anlaşıldığına göre Parmenides, Pythagorasçıların sınırsız soluklarını karanlığa tekabül ettirmekte, bu belirsiz karanlığa belirleme getiren ilkeyi ise ışık veya ateş olarak kabul etmektedir. Parmenides’in geri kalan bütün varlıkları ise bu iki ilkenin karışımından meydana getirdiği ortaya çıkmaktadır:

Bütün alem aynı zamanda ışık ve karanlık geceyle doludur. İkisinden birinin içinde olmadığı hiçbir şey yoktur.

Parmenides evreni iç içe girmiş halkalar veya taçlardan meydana gelen bir bütün olarak düşünmektedir. Onların merkezinde Yer vardır. En dışta ise saf ateşten veya ışıktan bir halka bulunmaktadır. Diğer halkalara gelince, onlar daha önce de işaret ettiğimiz gibi ışık ve karanlığın bir karışımından meydana gelmektedirler.

Parmenides’in Önemi

Parmenides’le birlikte, tekçi (monist) dönem sona erer çoğulcu (pluralist) dönem başlar. Parmenides’ten önceki filozoflar, tek bir ana maddenin varlığını kabul etmekteydiler (su, hava, ateş, apeiron). Öte yandan onlar bu ana maddenin değişerek diğer varlıkları oluşturduğunu düşünmekteydiler. Farklı olarak Herakleitos ise ana madde ile değişmeyi birlikte almakta bir problem olduğunu keşfetmişti. Değişmeyi kabul ettiğimizde, değişmeyen ana madde kavramını sıkıntıya girmekteydi. Sürekli bir değişim içinde o madde artık aynı madde olarak kalmamaktaydı. Bundan dolayı, Herakleitos maddeler arasında en az madde olan ateşi kabul etmesi varlık yerine, değişmenin kendisini koymamız gerektiğini göstermiştir.

Popper, Herakleitos’la ilgili şunu iddia eder: Herakleitos dünyayı bir tiyatro sahnesi, kahramanların sürekli olarak gelip gittiği, olayların sürekli olarak birbirlerini izledikleri veya dekorların sürekli olarak değiştiği bir tiyatro sahnesi gibi bile düşünmemekteydi. Ona göre ortada olup bitenlere çerçeve ödevi gören, içindeki her şeyin değiştiği, ama kendisinin değişınediği böyle bir sahne falan yoktu. Her şeyle birlikte sahnenin kendisi de sürekli değişmekteydi.

İşte tam bu noktada Platon’un «korkunç» dediği Parınenides ortaya çıkmış ve şunu söylemiştir: Hayır, felsefe, bilgelik veya bilim, varlık iddiasından vazgeçemez. Çünkü eğer varlık yoksa, düşüncenin ve bilimin konusu yoktur. Eğer görünen dünyaya yönelen duyularımız bu dünyada varlığı göremiyorlarsa, onu algılayamıyorlarsa, varlığın kendisinden değil, duyularımızdan vazgeçmemiz gerekir.

Parmenides, Herakleitos’un düşüncelerini daha da aşırı bir noktaya götüren ve Aristoteles’in söylediğine göre Platon’un hocası olan Kratylos’u tanımamıştır. Eğer onu tanımış olsaydı, kendisinin bu ısrarında ne kadar haklı olduğunu anlardı. Çünkü anlatıldığına göre her şeyin her an aktığı ve değiştiği, başkalaştığı görüşünü savunan Kratylos, bunun sonucunda herhangi bir şey üzerinde konuşmayı bile reddetmekteydi. Bunun nedeni, bir şey üzerinde konuşurken, o şeyin ortadan kalkıp başka bir şey olması, dolayısıyla konuşma konusunun kendisinin artık varolmamasıydı. Bu durumda onun üzerinde konuşmaya devam etmenin bir anlamı kalmamaktaydı. Bundan dolayı Kratylos’un, konuşmayıp sadece parmağıyla işaret ettiği söylenmektedir. Ancak onun, bunun da anlamsız olduğunu farketmesi gerekirdi. Çünkü parmağıyla işaret ettiği durumda veya anda ortada aslında parmağı da yoktu. Çünkü kendisine işaret ettiği şey gibi parmağı da aynı oluş yasasına tabiydi. Sözkonusu şey gibi, parmağının kendisi de ortadan kalkmıştı

Aynı şekilde Parmenides Gorgias’ı da tanımamıştır. Eğer onu tanımış olsaydı yine yukarıda sözünü ettiğimiz iddia ve ısrarında ne kadar haklı olduğunun bir başka doğrulamasını bulabilirdi. Çünkü ilerde göreceğimiz gibi Gorgias da şu üç şeyi söylemekteydi: i) Bir şey yoktur; ii) Olsaydı da bilemezdik; iii) Bilseydik de başkasına iletemezdik. Platon da, Parmenides’in öğrencisidir. Parmenides’in Herakleitos’a karşı olan konumu, Platon’un Kratylos’a ve diğer Sofistlere olan konumunun aynıdır. Platon bilginin imkanını tesis için varlığın imkanını tesis etmesinin zorunlu olduğunu anlamıştır. Ancak duyusal dünya böyle bir varlığın imkanına işaret etmediği için, Platon duyusal dünyayı inkar ederek sözkonusu varlığı başka bir dünyada, duyusalüstü, akılsal dünyada aramıştır. Onun varlığını ileri sürdüğü idealar dünyasının özelliği, Parmenides’in Varlık’ı ve Bir olan’ının özelliklerinin hemen hemen aynı olacaktır. idealar sadece iki özellikleriyle, madde- dışı olmaları ve tek değil, çok olmalarıyla Parmenides’in Varlık’ı, Bir olan’ı veya Bütün’ünden ayrılacaklardır.

Parmenides’in öğretisi diğer taraftan düşünceyi, konuşmayı ve bilimi imkansız ale getirmektedir. Parmenides görüşlerini takip ederek sadece kendini tekrar eden görüşler ortaya atabiliriz. Bu durumda doğayı anlamak bir tarafa doğanın kendisi ortadan kalkmaktadır. Akılsal olarak Parmenides’in öğretisi ne kadar tutarlı dursa da etrafını, doğayı anlamak isteyen bir insan bu fikirlerle yetinemez.

Herakleitos’un görüşünün sorunlarını da daha önce belirtmiştik. Zaten Parmenides fikirleri buna bir tepkiydi. Öyleyse hem varlığı, hem de değişmeyi kabul edecek bir yol bulmak gerekliydi.

Parmenides’ten sonra gelenler tek bir değişiklikle bu sorunların üstesinden gelmeye çalışmışlardır. Empedokles, Anaksagoras ve Demokritos’un bir noktası dışında, Parmenides’in varlık tanımı tamamen kabul edeceklerdir. Varlık artık bir olmak yerine çok olacaktır. Platon’dan itibaren ise sorun tamamen başka bir zeminde, idealist zemininde çözülmeye çalışılacaktır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here