Muhakkak ki Platon felsefi bir sistem kurucusudur ve bildiğimiz kadarıyla bunu ilk başarandır. Platon ne doğa filozofları gibi sadece doğa ile ilgilenmiş, ne de sofistler gibi sadece insana odaklanmıştır. O ikisini de birlikte detaylıca ele almıştır. Sistem kurmasından bir başka kasıt da felsefenin şu an kullandığımız belli başlı hemen hemen bütün dalları hakkında görüşler geliştirmiş, eserler kaleme almış olmasıdır. Bu tarzı Aristoteles geliştirerek devam ettirecektir.

Platon’a baktığımızda derli toplu bir ontolojisi, epistemolojisi, siyaset kuramı, ahlak ve estetik anlayışı olduğunu görmekteyiz. İşte bu yüzden -Platon’un neredeyse her felsefi dala temas etmiş olmasından- Whitehead tüm felsefe tarihinin Platon’a düşülmüş dipnotlardan ibaret olduğunu iddia eder.

Platon’un diğer bir özelliği de sisteminin eklektik bir sistem olmasıdır. Kendisinden önce gelen filozofların görüşlerini ele almış, geliştirmiş, uzlaştırmış ve kendi sisteminde eriterek tek bir sisteme dönüştürmüştür.

Platon idealizmin öncüsüdür. Bu sebepten onun açtığı bu yol Platonculuk olarak adlandırlabilir. Platonculuk bir idealleştirme öğretisidir. Varlığın maddi olanın inkarı, düşünce cinsinden olanın onaylanmasıdır. Maddi varlıkların reddedilmesi ya da sadece gölgelere indirgenmesi, düşüncesel daha doğrusu tinsel olanın varlık bakımından mutlak daha üstün olduğu anlamına gelir.

Ancak biz maddi olanı duyularımızla algılayabiliriz. Aynı şekilde Platonculuk’ta duyularımızda önemini yitirecek ve ruh veya diğer bir deyişle akıl, bilgi almanın tek yolu olacaktır. Duyusal bilgi gerçek bilgi değildir. Gördüğümüz, duyduğumuz şeyler bilgi değildir. Bilgi maddesel olmayandır ve maddesel olmayanı algılamak için duyulardan daha öte bir algılama mekanizmasına yani akla ihtiyacımız vardır. Böylelikle Platon bilginin kaynağının deney ve tecrübeler değil de akıl olduğunu açık bir şekilde söylemiş olmaktadır.

Halbuki Platon gözlemlerinde insanların fiziksel yanlarının onların gerçek doğası olarak kabul ettiklerini görmektedir. Bu doğanın ihtiyaçlarının tatmini de, diğer bir deyişle hazların tatmini de onlar için en yüksek iyi yani hayatın ereği haline gelmektedir. Oysa Platon insanı ruha indirgediği için, hazzı da en yüksek iyi olarak görmez. Tam tersine bedeni ruh için zindan ve hazzı da insan doğasına aykırı olarak görür. Ruhun doğası akıl ve düşünce olduğundan, madde dışının bilgisi doğal olarak en büyük iyi ya da mutluluk olacaktır.

Platon mutlulukla ve iyilikle yetinmez. Onlar olsa da ebedi olmadıkları zaman anlamları kalmaz. Platon ruhun ölümsüzlüğüne de inanır. Hatta bedenin ölümü bir son olmaktan öte, insanı doğası açısından ruhun özgürleşmesi ve kurtuluşudur.

Yine de Platon için felsefe yapmasının arkasındaki esas motivasyon devlet yönetiminde gördüğü sıkıntılardır. Ona göre bütün devletler kötü yönetilmektedir ve felsefe olmaksızın devletin doğru yönetilmesi mümkün değildir. Gerçek filozoflar devletlerin başına geçerse ancak doğru bir yönetim oluşturulabilir. Platon aktif felsefeye atılarak bunu ispatlayamasa da Akademi’de böyle yöneticiler yetiştirmeye çalışmıştır.

Peki Platon’a göre devlet yönetimlerindeki gerçek sorun nedir? Ona göre devletlerin siyasi olarak çöküşte olmasının ahlaki ve entellektüel sebepleri vardır, bu ahlaki ve entellektüel yozlaşmanın da en büyük müsebbibi olarak sofistleri görmektedir. Böylelikle Platon da Sokrates’ten sonra sofist zihniyete savaş açmıştır. Sofistler insanı her şeyin ölçüsü yaparak, evrensel bir doğrunun varlığını ortadan kaldırmışlar ve herkesin kendi doğruluğunu koymuşlardır. Böylelikle herkes kendi değer yargılarına göre haklılık ve meşruluk talebinde bulunmuşlardır. Doğal sonuç olarak da insanlar arasında ortak bir yaşam için ahlaki uzlaşma ortadan kalkmıştır. Bireyse hakikatler yozlaşıp, bireysel çıkarlara dönüşmüştür. Durum daha da ileri giderek insanların toplumun ana direği olan yasalara olan inancını da sarsmıştır.

Platon bu durumdan devleti nasıl kurtarabilirdi? O geçmişe dönüşün artık mümkün olmadığının farkındaydı. Ona göre bu kaos ortamından kurtulmanıyı sağlayacak kurtarıcı bir şair ya da mitolojik hikayeler anlatıcısı bir din adamı değildi. Kurtarıcı logosu temsil eden filozof olabilirdi yalnızca.

Ancak siyaset alanındaki kuramları oturtmadan önce varlık ve bilgi olarak da değişmez gerçekleri ortaya koymak zorundaydı. Platon gerçek varlığın mahiyetini idealar ile açıklamıştır (Platonik varlık felsefesi veya metafizik). İdeaları kavrayabilmek için de insanda bir meleke olması gerekmekteydi ki daha önce de söylediğimiz gibi bu meleke akıldır (Platonik epistemoloji). Böylelikle insandan insana değişmeyen bir doğru da tesis edilmiş olacaktır. Bu bilgi sayesinde insan doğasının gerçek hali yani ideası olan ruh anlaşılmış ve mutluluğa giden yol da ortaya konmuş olacaktır (Platonik psikoloji). Bütün bu hakikatler sayesinde de ahlaki değerlerin evrensel değerler olduğu kanıtlanacak (Platonik etik)ve nihayetinde toplum için doğru kuralların, doğru yasaların ne olduğu netleşmiş olacaktır (Platonik siyaset felsefesi).

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here